28.1.11

Konyaspor Maçına Doğru


Öncelikle, deplasmanda oynanan ilk maçın yazısına buradan göz atabilirsiniz. Gelelim, rövanşa...

Konya... İç saha

18. hafta sonunda sekizinci sırada Eskişehirspor. Eğer gerçek bir hedefimiz varsa, bunu son haftaya kadar kovalayabilmek için bu maçtan galibiyet ön şart olsa gerek. Son iki sezondur her hafta ligin kaderi yeniden değişebiliyor. Ancak, yine de Konyaspor'u geçmemiz gerekiyor. Üst sıralara tutunmak için önemli bir hafta olacak.

Bu maçta takımdaki tek eksik Erkan Zengin. Erkan, takımda çok önemli bir görev üstleniyor. Geçmiş haftalara baktığımızda Erkan'ın asisti veya golü yok. Ancak Erkan, ayağında çok iyi top tutuyor. Örneğin takım hücuma çıkarken top Erkan'daysa topu ayağında tutarak takımın ileriye yerleşmesini sağlıyor. Bu da hücumlarımızda önemli bir yer tutuyor. Ayrıca Erkan zaman zaman defansın önüne gelerek top alıyor, hücumları yönlendiriyor. Bu yüzden yokluğunda sıkıntı çekebiliriz.

Onun dışında Eskişehirspor'da bir eksik bulunmuyor. Batuhan Karadeniz hafta içinde ufak bir rahatsızlık geçirdi ancak maç günü hazır olacak. Takımımız formda. Tek sorun forvet hattında. Batuhan ve Ümit Karan beklenen seviyede değiller. Orta saha oyuncularımızın skora etki edebilmesi, bazen defans oyuncularımızın goller atması puanları beraberinde getirdi. Ancak bu hafta forvet sıkıntısı çekmemiz şaşırtmamalı.

Konyaspor 18. haftada evinde Bursaspor'u konuk etti. Golsüz maçta Konyaspor eline geçen fırsatları, hem de defalarca, kullanamayan taraf oldu. Maçın bazı bölümlerinde amiyane tabirle Bursaspor'a "orta sahayı geçirmediler." Sezon arasında kadroda ciddi anlamda revizyona gittiler. İlk yarıdaki Konyaspor dağınık bir görüntü çiziyordu. Ancak 2. yarıda tam bir Ziya Doğan takımı olmuşlar diyebiliriz. Önde basıyorlar, hızlı çıkmaya çalışıyorlar. Sert ve mücadeleci oynuyorlar.

Maç saatinde Eskişehir'de kar olabilir. Zemin için her ne kadar önlemler alınmış olsa da soğuk havadan dolayı sert bir zemin bizi bekliyor olacak. Bu da Eskişehirspor'u oynatmamak üzere sahaya çıkacak olan Konyaspor' un işine gelebilir. Teknik ayaklardan kurulu Eskişehirspor orta sahası için bir dezavantaj olabilir bu.


Ancak Eskişehirspor sahasında her zaman favoridir. Özellikle bu tip maçlarda. Ancak karşımızda kapanacak ve sert oynayacak bir takım var. Bizim de forvet bölgesinde sıkıntımız var. Uzun süre golü bulamazsak, Konyaspor'un direnci artacaktır. Maç beklenmedik bir sonuca gidebilir. Teknik heyet zaten bunları düşünmüştür. Ayrıca Bülent Uygun 8 hafta sonra kulübeye dönüyor. Umarım takıma olumlu etki eder ve 31 Ocak pazartesi günü 21:45 itibariyle puan cetvelinde, en solda 28'i görebiliriz...

Curling Demişken..

26.1.11

Curling ?



Yıl ya 2000 ya da 2001'di, lise yıllarımın bize en hitap eden popüler grubu Duman, Eskişehir'deki öğrenci potansiyelinin ekmeğini epeyce yiyebileceğini hissetmiş ve neredeyse her hafta sonu konsere gelir olmuştu. Bizler de 16 yaşın getirdiği heyecan ve sosyal patlamayla sektirmeden giderdik bu konserlere. Eskişehir Hayal Kahvesi'ndeki bir konserde artık aynı şarkıları evimizdeki bilgisayarda sabitlenmiş winamp playlist döngüsü kıvamında dinlemenin getirdiği buhranla sahneye sırt çevirdik kadim dostum Ali'yle.

Bar taburesinde oturmuş cool(!) bir şekilde biralarımızı yudumlarken televizyondaki görüntüyü incelemeye başladık. İzlemekte olduğumuz kanal, ismine yeni yeni aşina olduğumuz eurosport'tu ama gösterilen oyun(spor olduğunu dahi idrak etmek zaman aldı) daha önce hiç görmediğimiz türdendi. Konser bitimine kadar o bar taburelerinde oturup oyunun kuralları hakkında tahminlerde bulunmaya çalıştık ve kendimizce bir bağlama çektik: Bu bildiğimiz misket ile oynanan çukur oyununun buz versiyonuydu işte. Buzda koridor şeklinde oluşturulan düz bir yolda hedefe yollanan kaya(misket), hog çizgisini (ayakkabının ucuyla toprağa çizilen çizgi) geçmeden elden çıkarılarak eve(çukura) gönderilmeye çalışılıyor. Sonrasında süpürge(miskette karşılığı olmayan detay) yardımıyla takımın diğer üyeleri kayaya yön veriyor ve hızını dengeliyor. Hedefe ulaşınca da puan alınıyor,vs. Aslında birbirinden oldukça farklı olan bu iki oyundan birini hayatında ilk defa görmüş biri için curling = misket demek yadırganmamalı.


Benim curling ile tanışmam bu şekilde oldu. Okul koridorunda bir kaç deneme yapmış olsak da biz bu işi yapamıyoruz diyerek vazgeçmiştik. Bu vazgeçişte okul hademelerinin süpürgelerini çaldığımız için başımızın derde girmesinin de etkisi olmadı değil tabi :) Sonrasında denk geldiğim her platformda ilgiyle izlemekle yetindim.

Süpürge demişken, Banu Yelkovan'ın köşesinde yer verdiği komik Erzurum anısını da es geçmemek gerekir:

Erzurum’un daha az gelişmiş mahallelerinden birine yapılan curling salonunda antrenmanları mahalleli de seyrediyormuş. Bir gün takım antrenman yapıyor, kenarda teyzeler seyrediyor. Bir süre sonra aralarından biri sessizce eğilip, soruyu patlatmış: “Oğul, temizlik ne zaman bitecek de yarışlar başlayacak?”.


İşte yurdum insanının kış sporlarının satrancı kabul edilen, kökleri yüz yıllar öncesine dayanan Curling'e yakınlığı bu kadar. Oysa yarın (27 Ocak'ta) başlayacak 2011 Universiade Kış Oyunları Erzurum'da, yani Türkiye'de yapılıyor ve beni en çok heyecanlandıran iki branştan biri olan Curling'i (diğeri kayakla atlama) Türkiye'nin neredeyse hiç bilmemesi beni üzüyor. Tamam, iklimsel nedenlerle bir İsveçli yada Norveçli kadar ilgi beklemek abesle iştigal sayılır. Ama en azından bir Japonya yada Almanya kadar olabiliriz. Turnuvalarda boy göstermek, izlerken az da olsa bir şeyler bilmek muhakkak daha keyifli olacaktır. Bu nedenle Universiade süresince başucu eseri olarak oyuna dair kuralların Türkçe'sine ulaşabileceğiniz wikipedia yı yakınlarınızda tutmanızda yarar var. Yoksa, ya benim gibi "misket işte kardeşim bu!" diyen Einstein'a ya da temizlik bitse de başlasa çocuklar oynamaya artık diyen teyzeye dönersiniz maazallah :)

23.1.11

Alışılmadık Bir Ankara Deplasmanı

22 Ocak 2011, Eskişehirspor’un Gençlerbirliği’ni Ankara’da ilk kez yendiği gün olarak kayıtlara geçti. “Biz söylemiştik.” demek gibi olmasın ama kamptan gelen haberler, hazırlık maçlarından aldığımız güzel sonuçlar bizi oldukça umutlandırmıştı.
Maçtan bir buçuk saat önce stada vardık. Her olasılığa karşı sivil gitmiştik, ancak yolda hiç Ankaragüçlü’ye rastlamadık. Anlaşılan iç sahada oynadığımız son maçta küfür olmaması onları da biraz olsun yumuşatmış. Ancak yine de bizden daha temkinli olan taraftarlarımız Ankara’ya gelmediler. Bu, maç öncesi konuştuğumuz köftecinin bile dikkatini çekmişti. “Geçen sene ana baba günüydü burası.” dedi köfteci. Haklıydı, bu olaylar bilhassa münferit gelen taraftar sayısını oldukça azaltmıştı. Tribün gruplarının da geç kalması dolayısıyla Ankara deplasmanlarında alışık olduğumuz o maç önü coşkusunu yaşayamadık.

Stat girişinde başka bir ayrıntı gözüme çarptı. Geçen seneye kadar 3 metrelik mitolojik atları ve tavırlarıyla taraftarı geren Ankara polisi gitmiş, yerine güler yüzle “Hoşgeldiniz arkadaşlar.” diyerek kibarca üst araması yapan Ankara polisi gelmişti. Ancak stat içinde sigara içenlere tek tek "Ceza keserim haaa." diye tehdit savuran uzun saç, sakallı sivil polis bu imajı biraz zedeliyordu.

Stada girdik, kadro beklediğimiz gibiydi. Tek bir farkla, Alper hastalandığı için ilk 11’den çıkarılmıştı. Ivesa-Sezgin-Sadıgov-Diego-Volkan-Pele-Erkan-Burhan-Tello-Sezer-Batuhan kadrosuyla maça çıkıyorduk. Bu tabloya göre tek ön libero ile oynayacak gibi duruyorduk. Ve bu da bir iki maç oynadıktan sonra inanılmaz bir form düşüşü yaşayan, bir daha toparlayamayan, ancak devre arası kamp döneminde eski formuna yaklaştığı söylenen Pele’ydi. Herkesin ilk 11 ile ilgili kafasındaki tek endişe buydu. Ayrıca bu kadro, tek forvetli olmasına rağmen ofansif bir kadro gibi duruyordu.
Bu arada taraftar sayısı oldukça azdı. 3000-3500 EsEsliyi görmeye alışkın olan 19 Mayıs tribünlerinde yaklaşık 1000kişi vardı. Bunun sebebi sonradan anlaşıldı, tribün grupları yolda aramaya takılmış ve geç kalmışlardı. İlk yarıyı kaçırıp maça ancak ikinci yarıda girebildiler. Tribün gruplarının maça girmesiyle 1500 kişi kadar olduk. Dolayısıyla tribün performansı ilk yarıda çok kötü, ikinci yarı çok iyiydi. Şaşırtıcı bir biçimde ilk kez olaysız bir Ankara deplasmanı tribünü yaşadık. Bunda polisin pozitif tutumunun etkisi olduğunu düşünüyorum.

Maç başladı. Gençlerbirliği ilk yarıda çok iyi baskı uyguladı. Biz de inatla yerden ve kısa paslarla oyun kurmaya çalıştık. Sağ kanattan hiç etkili olamadık, sol kanatta ise Hurşut Meriç’in geriye dönmemesini iyi değerlendirdik ve güzel ataklar geliştirdik. Orta saha kurgumuz ise şaşırtıcıydı. Tek ön libero Pele, onun önünde zaman zaman Tello, zaman zaman Sezer oynuyordu. Kanatlarda ise Burhan ile Erkan sürekli yer değiştiriyorlardı, hatta kimi zaman Tello da sol kanattan bindirmeler yapıyordu. Özetle değişken bir orta sahamız vardı. Sürekli ayağa pas ile çıkmaya çalışıyorduk. Ancak Gençlerbirliği özellikle ilk yarının son bölümlerine doğru oyunu kilitlemeyi başardı.
İkinci yarı başladı, 54. dakikada kazandığımız serbest vuruş esnasında aklıma Ankaragücü maçının son dakikasında kullandığımız ve Safet Nadarevic’in kaçırdığı pozisyon geldi. Tesadüf bu ya, aynı serbest vuruş organizasyonunu uyguladık, Sezer’den gelen topa Serdar Kulbilge müdahale etmeyip hakeme itiraz etmeyi düşününce Burhan boş kaleye topu gönderdi. Golden sonra rahatladık, çünkü artık arkaya yaslanamayan bir Gençlerbirliği vardı. Daha çok top çevirdik, daha fazla pas yaptık, daha geniş boş alanlar yakaladık. Ancak kimi zaman fazla estetik hareket yapmak istememizden, kimi zaman beceriksizliğimizden ikinci golü bulamadık. Ancak son dakikalarda kaleciyle karşı karşıya kalmak üzere olan Ümit Karan’ın yere düşürülmesiyle Randall kırmızı kart gördü ve oyun dışı kaldı.
Ivesa: Tek isabetli şut geldi, zaten cepheden etkili bir kaleci olduğunu biliyoruz. En çok endişelendiren ve eleştirilen yanı olan hava toplarındaki zaafı ise Gençlerbirliği’nin zayıf ortaları sayesinde büyük bir problem teşkil etmedi.
Sezgin: Bülent Uygun’un gelişiyle iyi bir form yakalayan Sezgin hatasız oynadı, ancak hücuma yeterli katkıyı veremediğini düşünüyorum. Frikik pozisyonunda Tello’dan aldığı topu Sezer’e çok güzel aktardı. Bu performansıyla Koray’a formayı kolay kolay vermez.
Sadıgov: Zaman zaman adam kaçırdı, ancak Pele’nin hatasında da iyi kademeye girdi. Her şeye rağmen iyi oynadı. Nadarevic veya Diego’nun yokluğunda güvenilebilecek bir tercih olduğunu bizlere ve Bülent Hoca’ya gösterdi.
Diego: Yeni baba olan Diego defansta yine alıştığımız üzere olağanüstü oynadı. Ne yerden, ne havadan top geçirdi. Ayrıca bu adamdaki sol ayak bir stoper için bulunmaz bir nimet. Bu özelliği sayesinde geride çok iyi oyun kurabiliyor.
Volkan: Defansta hatasız oynadı, ikinci yarı hücuma çok güzel katkıda bulundu. Erkan Zengin ile çok iyi anlaştı. Gerçekten sade, basit ama mücadeleci oyunuyla takımımıza her zamanki gibi çok şey kattı.
Pele: Yazının başında da belirttiğim gibi büyük bir soru işaretiydi. Maçın genelinde iyi olsa da soğukkanlılığı başımıza dert açabilirdi. İki pozisyonda çok kritik yerde top kaybı yaptı. Birinde imdadına Sadıgov yetişti, diğerinde kendi olağanüstü bir deparla topu kaptı. Bunun yanında iyi pas dağıttı ve kritik müdahalelerde bulundu. Yeniden futbola ve Eskişehirspor’a döndüğünü belli etti.
Burhan: Vasat bir performans sergiledi, çok fazla pas hatası yaptı. Ancak, maçtaki tek golü atarak Süper Lig’deki gol sayısını üçe çıkardı.
Erkan: Orta sahanın sağında, solunda, ortasında çok iyi işler yaptı. Çalım attı, adam eksiltti. Golden sonra akrobatik hareketler yaparak taraftarı coşturdu. Volkan Yaman’ı birkaç pozisyonda çok iyi kaçırdı. Ancak son paslarda ve ceza sahasına yaptığı ortalarda biraz daha kendini geliştirmesi gerekiyor.
Sezer: Ara transfer dönemi boyunca “Ha gitti, ha gidecek.” dedirten, ancak sonunda Eskişehirspor’da kalan Sezer profesyonel olduğunu kanıtladı. Olağanüstü bir performans sergiledi, tam bir maestroydu. Frikikte Sezgin’den gelen topu golle sonuçlandıramasa da bilinçsiz olarak bir asist yaptı. Biraz daha fazla kaleye şut çekmesi gerekiyor bence. Böyle devam ederse kendisini sezon sonu elimizde tutmamız daha da zor gözüküyor.
Tello: Yaptığı iş/oynadığı süre açısından ilk yarının en verimli oyuncusu olan Tello ikinci yarıya çok iyi başladı. Çok koştu, mücadele etti, Beşiktaş’ta izlediğimiz sol ayağının hala kendisine ait olduğunu gösterdi. Frikik organizasyonunda Sezgin’e çok güzel bir pas verdi.
Batuhan: Günün en etkisiz elemanıydı. Hırslıydı, istekliydi ancak olmadı. Duran toplarda defansa yardım etti, birkaç hava topunda kafasıyla topu iyi servis etti ancak yeterli değildi. Daha çok çalışması gerekiyor.
Ümit: Golden sonra oyuna girdi, açıklar veren savunmada birkaç pozisyona girdi ancak yine son vuruşlarda yetersiz kaldı.
Doğa: Orta sahayı kuvvetlendirmek adına oyuna girdi ve başarılı oldu. Pele’yi defansif anlamda rahatlattı. Bu takıma her zaman lazım olduğunu gösterdi.
Serdar: 8 dakika için bir futbolcuyu yorumlamak haksızlık olur.

Kısacası, alışılmadık bir Ankara deplasmanını geride bıraktık. Taraftar sayısı, polislerin tutumu, oynadığımız iyi futbol ve 45 sene sonra gelen galibiyet. Her şeyiyle unutulmaz bir maçtı. Umarım futbolcuların bu formu ve galibiyetler sürekli hale gelir.

Güzel günler bizi bekler

Söylemiştik, Ankara'nın en güzel yanı 3 puanla dönmek olsun diye. Tam 45 yıl sonra ilk defa Ankara'da galip geldik Gençlerbirliği karşısında. Bu sezon ikinci kez totem yıkıyoruz, ilki Beşiktaş'ı yaklaşık 30 yıl sonra yenmekti, ikincisi bu galibiyet oldu. Birer birer kafalardaki tabuları kırmaya başladığımız bu sürecin sonu nereye varıyor, bunu konuşmak için henüz çok erken ama tünelin sonundaki belli belirsiz ışık umut verici.


Umut veren asıl detay ise sezon başında takım içindeki anlaşmazlıkların bolca konuşulduğu ortama inat, sezon arası kampında ve sonrasında yansıyan samimi görüntüler. Klişe bir söylem vardır hani, kolej havası yakalayan takım başarıya muhakkak ulaşır, diye. Görülen o ki, bizim takımda şu aralar esen hava bu yönde. Maçtan bir gün önce baba olan Diego Ângelo de Oliveira için gelen iki hediyeden biri tek golle alınan galibiyet, diğeri de takım arkadaşlarının gol sonrasında artık klasikleşmiş bebek sallama hareketiyle golü yeni doğan kızına armağan etmesiydi... Geleceğine hep inandığım o güzel günlerin sinyali olan bir cumartesiyi geride bıraktık!


19.1.11

Ankara'nın en güzel yanı ?

Ne güzel söylemiş Yahya Kemal: "Ankara'nın en güzel yanı, İstanbul'a dönüşü." Biz (Eskişehirliler) bunu biraz değiştirdik. Bize göre Ankara'nın en güzel yanı Eskişehir'e dönüşüdür..

Sezonun 2. yarısının ilk maçını Ankara'da Gençlerbirliği ile oynayacağız. Bu maçın önemi büyük. Süper lige son çıkışımızdan bu yana Ankara'da galibiyetimiz yok. Bu yüzden Ankara'nın en güzel yanı bir "deplasman" galibiyeti olacak bizler için.

Ben bu sonucu olası görüyorum. Bir bakalım takımlara. Eskişehirspor sezon başından bu yana ciddi bir gelişim gösterdi. Devre arası transfer dönemini oyuncu almadan kapattık. Ancak, izleyenler kamp döneminin çok verimli geçtiğini söylüyor.

Özellikle Pele gibi kaliteli bir futbolcunun takıma yeniden kazandırılması, kamptan gelen en güzel haber. Bunun yanında Tello-Sezer arasındaki uyum da gözlerden kaçmıyor.

Bülent Uygun iki sistemli takım yaptı Eskişehirspor' u. Bu ikili sistem; 90 dakikanın belirli bölümlerinde baskılı, belirli bölümlerinde top rakipteyken geriye yaslanan bir oyun anlayışı üzerine kurulu. Evimizde oynadığımız maçlarda baskılı oynadığımız süre fazlayken, deplasmanlarda %40 a % 60 gibi bir oranla ağırlıklı olarak geriye yaslanıyoruz.

Gençlerbirliği maçında yer yer defansif yer yer ofansif bir Eskişehirspor izleyeceğiz. Defansif oynadığımız süre normal şartlarda daha uzun olacak gibi gözükse de maçın gidişatı ve rakibin oyun anlayışına göre bu süre değişkenlik gösterebilir.


Safet ve Bülent Ertuğrul kart cezalısı oldukları için oynamayacaklar. Onlar dışında eksiğimiz yok. Defans dörtlüsü [Sezgin(Koray) - Sadıgov - Diego - Volkan] şeklinde olacak. Orta sahada form tutmuş genç Alper ve Pele ikilisini görebiliriz. Pele ilk yarıda ön libero mevkisinde pek güven vermese de, Werder Bremen ile yapılan hazırlık maçında oynadığı 60 dakika boyunca o mevkiyi tek başına idare etti ve hazır olduğunu hissettirdi. Kanatlarda büyük ihtimalle, inanılmaz bir form durumuna sahip olan Burhan-Erkan ikilisi görev alacak. Geriye kalan 2 forveti de Sezer-Batuhan, Batuhan-Ümit, Tello-Batuhan kombinasyonları şeklinde görebiliriz.


Kadro derinliğimizi göz önüne alırsak, önliberoyu teke düşürüp, Sezer veya Tello'yu orta sahaya monte edebilir Bülent Uygun. Ancak bunlar daha çok teknik heyetin işi olduğu için biz tahminde ve maç öncesi önbilgide bulunmuş olalım.

Gençlerbirliği takımı ise ilk yarının vasat takımlarından açıkçası. Mustafa Pektemek' in sakatlığı onları beklenenden fazla etkiledi. Ermin Zec de sakatlanınca forvet hattında sekteye uğradılar. Billy Mehmet ve Smeltz gol yükünü çekemedi. Hurşut Meriç, Soner Aydoğdu ve Oktay Delibalta
ilk yarı itibariyle göze çarpan isimler olsa da takım genelinde bir bütünlük sağlanamadığı için, ligin ilk yarısını 14. bitirdiler. Ancak Gençlerbirliği'nin asıl sorunu defansta ve önlibero mevkiinde. Defansa Manisaspor' dan Burak Özsaraç'ı ortasahaya da Randoll Azofiefa (Gent) takviyeleri yapıldı. Bunun yanında Emre Aygün (Eskişehirspor),Erdal Kılıçarslan (Konyaspor), Yasin Öztekin (Borussia Dortmund) ara transferde kadroya katılan isimler oldu.
Yukarıdaki isimlere bakarsak, direkt ilk 11 düşünülen 2-3 futbolcu transfer edilmiş diyebiliriz.
Bu da Gençlerbirliği'nde bir uyum sorununa neden olabilir. Zaten takım olmak konusunda sıkıntı yaşamış bir ekip oldukları için yeni transferleri monte etmek zaman alacaktır. Bu da galibiyeti isteyen Eskişehirspor için bir kırılma noktası olabilir. Bütün bunları 22 Ocak Cumartesi saat 17.00 itibariyle göreceğiz.

Gerek şehirler arasındaki kısa mesafe, gerekse deplasman tribününün buna müsait oluşu sayesinde Eskişehirspor taraftarı yıllarca, binlerce kişiyle gitti Ankara'ya.

Taraftar yine 19 Mayıs Stadyumu’nun kale arkasını komple dolduracaktır. Artık şeytanın bacağını kırmak, deplasmanlardan 3 puanla dönmek istiyoruz. Gençlerbirliği maçı bunun için mükemmel bir fırsat, artık kader çizgimizi değiştirme vakti.

Dönüş yolunda, aklımızda "Ankara'nın en güzel yanının Eskişehir'e 3 puanla dönmek" olduğunu konuşabilmek dileğiyle...

Batuhan Karadeniz'i Anlamak

Yeni nesil spor medyası ve seyircisinin Eskişehirspor denince aklına taraftarı ve bandosu geliyor. Futbolcu bazında ise akla gelen ilk isim tartışmasız Batuhan Karadeniz. Peki nedir bu çocuğun derdi? Neden her yaptığı olay oluyor? Bu soruları yanıtlamadan önce biraz Batuhan’ın geçmişini irdeleyelim.

- 1991 yılında Beyoğlu’nda doğdu. Genç yaşta keşfedilip Beşiktaş altyapısına alındı. Burada saçma sapan istatistiklere imza attı (U15 kategorisinde çıktığı 25 maçta 81 gol kaydetmesi gibi.) 15 yaşında profesyonel sözleşmeye imza attı.

Batuhan'ın ilk resmi golü

-1 Ağustos 2007 Beşiktaş – Sheriff Tiraspol maçında ilk kez Beşiktaş A Takımı formasını giydi. Henüz 16 yaşındaydı.

- 25 Ağustos 2007 Gaziantepspor-Beşiktaş maçında oyuna sonradan girip uzatma dakikalarında takımına 1-0lık galibiyeti getiren golü atarken Süper Lig’in en genç gol atan futbolcusu oldu.

-3 Kasım 2007 Fenerbahçe-Beşiktaş maçında takım arkadaşına pas atmayıp kaleye şut çekmesi tartışmalara neden oldu. Batuhan maçtan sonraki açıklamasında: “Ben kral yapmam, kral olurum.” dedi.

"Ben kral yapmam kral olurum."
- 2007-2008 sezonunda toplam 8 kez Beşiktaş A Takımı'nda forma şansı buldu.

- 1. maddede belirtilen saçma sapan istatistiklere genç yaş milli takım kategorilerinde de devam etti.

- 2007-2008 sezonunu 3. olarak tamamlayan Beşiktaş, ertesi sene Uefa Kupası’nda Metalist Kharkiv’e elenince Beşiktaş yönetimi yeni teknik direktör arayışlarına başladı. Bunu duyan Ertuğrul Sağlam, Beşiktaş’ın başında son olarak 6 Ekim 2008 Beşiktaş-Hacettepe maçında çıktı. Bu maçta Batuhan Karadeniz bir gol kaydetti. 17 yaşında Süper Lig’deki 2. golünü kaydetmişti.

- Ertuğrul Sağlam’ın gidişi, Mustafa Denizli’nin gelişiyle Batuhan Karadeniz kadroda şans bulamamaya ve sürekli PAF takıma gönderilmeye başladı. Eskişehirspor devreye girdi ve devre arasında Engin Baytar ve Abdelzaher El Saka ile birlikte Eskişehir’e geldi.

- Mustafa Denizli “Seneye görüşürüz Batuhan.” deyince “Seneye siz gidersiniz.” diyerek rest çekti.

- Takıma çabuk adapte oldu, çıktığı ilk lig maçında Gaziantepspor’a golünü attı.

- A Milli Takım ile ilk maçına çıktı.

- 5 Nisan 2009 günü Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Eskişehirspor maçı öncesi kamptan kaçtığı ortaya çıktı (O maçta Poljak’ın ortaladığı top dizine çarparak gol oldu.) Süresiz kadro dışı bırakıldı.

- 1 ay kadar kadro dışı kaldı. Takım bu süreçte Ankaraspor, Ankaragücü ve Beşiktaş maçlarından sadece 3 puan çıkarabildi.
.
- 3 Mayıs 2009 tarihinde oynanan Denizlispor-Eskişehirspor maçı ile kadro dışı kalma süreci tamamlandı. Takım bu maçı da kaybederek düşme potasına girdi.

- 9 Mayıs 2009 tarihinde oynanan ve puan kaybına tahammülümüzün olmadığı maçta iki gol birden attı ve Antalyaspor’u bu gollerle 2-0 yendik. Bir hafta sonra Konyaspor-Eskişehirspor maçında 1-0 geri düştükten sonra 1-1 beraberliği getiren golü attı, Engin Baytar durumu 2-1’e getirdi ve kümede kalmayı garantiledik.


Konyaspor maçındaki golden sonra
- 2008-2009 sezonunda biri Beşiktaş’ta olmak üzere toplam 9 gol attı. Çoğu insana göre Youla, Engin Baytar, Bülent Kocabey ile birlikte kümede kalmamızda en önemli pay sahiplerindendi.

- 2009-2010 sezonunun başında Gaziantepspor’a kiralanmak istedi, ancak Batuhan Gaziantep’te sadece 2 saat kaldı ve kulübüne döndü. Mustafa Denizli ile arası bozuk olduğundan sürekli PAF takımında kaldı. 2009-2010 sezonunda sadece Manchester United ile deplasmanda oynanan maçın son 10 dakikasında forma giydi.

-2010-2011 sezonu başında 2.4 Milyon €’ya Eskişehirspor’a bonservisiyle transfer oldu.

Bu sezonki ilk golü
- Takımın sezona kötü başlamasının da etkisiyle ilk 7 hafta hiç gol atamadı, zaman zaman kadro dışı kaldı. Bülent Uygun’un gelişiyle kart cezalısı olduğu Kayserispor ve sakat olduğu Trabzonspor maçları haricinde hep ilk 11 başladı. Son 9 maçta 4 gol attı. (19 yaşında.)

İstatistikler bunlar. Gerçek şu ki, Batuhan hiçbir şekilde normal addedilemez bir oyuncu. 15 yaşında profesyonel olup, 17 yaşında bir Süper Lig takımının kümede kalmasında aktif rol oynaması, milli takım forması giymesi, hiç forma giyme şansı olmadığını bile bile sevmediği bir kulüpten geri dönmesi… Bir gerçek daha var ki Batuhan’ın davranışları da normal değil. Bunun medyatik olma sevdası, ilgi çekme isteği gibi sebeplerden kaynaklandığını düşünmüyorum. Huyu bu. Zira 2-3 arkadaşla izlemeye gittiğimiz antrenmanlarda bile etrafta hiç gazeteci yokken sürekli aksiyon peşinde. Espri-şaka yapmaya çalışıyor, değişik hareketler yapıyor.

“Batuhan şımarık.” diyenler var. Şımarık ibaresi biraz eksik kalıyor. Batuhan şımartılmış. Şımarmasından daha da normal bir şey olamaz. Henüz 20 yaşında ve bu yaşta yaptığı işler ortada. Ayrıca 15 yaşından beri sürekli göz önünde. Parasal anlamda hiçbir kaygısı kalmamış. Batuhan yetenekli, popüler, zengin; ama kafa yapısı ortalama bir Türk gencininkiyle aynı. Kaldı ki 15 yaşından beri profesyonel futbol oynayan biri olduğu için eğitimini tamamlayamamış biri. Ortalama bir Türk gencinin Doğan SLX’iyle yolda yaptıklarını göz önüne alacak olursanız Batuhan’ın 300 km/saat hızla gitmesini de anlayışla karşılarsınız.

“Batuhan adam olmaz.” diyenler var. Burak Yılmaz da adam olmazdı? Engin Baytar çok disiplinsizdi? O yüzden bunu bir geçelim. Kimin ne olacağı belli olmaz. Kaldı ki, Batuhan 3 sene sonra adam olsa bile henüz 23 yaşında olacak. O yüzden bir problem yok. Bir de bunu tamamen Beşiktaş’tan gönderilmiş olduğu için söyleyenler var, onların düşüncesinde İstanbul takımlarından gönderilen futbolcular işe yaramaz addediliyor zaten.

Medyanın Batuhan’ı hedef tahtası olarak göstermesi ise çok normal. Medya reyting uğruna kahramanlar yaratır, daha sonra bunları yine reyting uğruna mahvetmeye çalışır. Hakan Şükür’e “Torinolu Şaban” der, Arda Turan’ın sevgilisi için sinema kapattı diye kulaklarını çeker, Guti’nin boy boy alkollü fotoğraflarını yayınlar, Şenol Güneş'i karizmatik olmadığı için eleştirir, Nouma'yı ahlak düşmanı yapar... Hele ki Batuhan gibi nerede ne konuşması gerektiğini bilmeyen bir çocuk medya için biçilmiş kaftandır. Guti’ye “Naber lan?” demesi, Raul ile tokalaştıktan sonra elini silmesi büyütülür de büyütülür. Bu yemleri yiyen de çok olur, herkes ahlak polisi oluverir bir anda. Facebook’a fotoğrafının olduğu gazete küpürlerini taratıp koyan, “Basında Ben” diye albüm açan insanlar Batuhan’ı medyatik olma kaygısıyla suçlarlar, her deplasmanda sağa sola kaynamaya çalışıp “Sizle döneyim mi?” diye salçalananlar karaktersiz ilan ederler Batuhan’ı. Linç kültürümüz gelişmiştir bizim.

Sonuç olarak, Batuhan’ı sevmiyor olabiliriz, beğenmiyor olabiliriz, ondan nefret ediyor bile olabiliriz. Ama tıpkı diğer Eskişehirsporlu futbolculara duymamız gerektiği gibi, ona saygı duymak ve onu rahat bırakmak zorundayız. Hiç sevmiyorsak bile, en azından bir yerlere satana kadar sesimizi çıkarmadan beklememiz gerekir. Evet, Batuhan anormal bir çocuk. Ama Batuhan normal biri olsaydı şu an Beşiktaş A2 takımında olurdu. Hadi A takıma yükseldi diyelim, şu an Gaziantepspor’da forma giyiyor olurdu veya Beşiktaş’ta Nobre’nin yedeği olurdu, 16 yaşında kaçırdığı gol sonrası “Kral yapmam, kral olurum.” demez, “Genç futbolcuyum, o anda çok heyecanlıydım ve Higuain abimi görmedim, kendisinden özür diliyorum.” der ve onla birlikte fotoğraf çektirirdi. “Kırmızı ışıkta beklemiyorum.” diye açıklama yapmazdı.. O normal biri olsaydı kiralık sözleşmesinin bitmesine 4 hafta kala “Sevdan Bir Ateş EsEs” yazan bir tişört giymezdi. Onu böyle kabul etmemiz gerekiyor. Eskişehirspor için, Türk futbolu için…


16.1.11

Memlekette Demokrasi Var (!)

Herkes kadar merakla takip ettiğim TT Arena açılışında ve devamında yaşanan "futbol - siyaset - demokratik hak" üçgeninde boğulmamak adına başımı kaldırdığımda karşıma çıkan görüntü beni tekrar aynı üçgene balıklama atlamak durumunda bıraktı.

Tesadüf bu ya, Toki ve Akp propagandasının ters teptiği gün bilinçli veya bilinçsiz bilmiyorum ama Eskişehir'in yerel gazetesi Sakarya'da çıkan bir haberde Eskişehirspor Kulüp Başkanı'nın Yeni Stad için yaptığı görüşmelere yer verilmiş. Haber metninin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Tam "buyur buradan yak" pozisyonundayız. Halil Ünal'ın bu alkışlık hareketinin ardından, bir taraftar olarak, bize fikrimizin sorulmadığını da düşünürsek, siyasete bulaşılmasına tepki gösteren Galatasaraylılara empati kurmakta hiç zorlanmadım. Zira, yakın gelecekte aynı senaryoyla karşı karşıya kalma ihtimalimiz hayli fazla görünüyor.

Tamam, ülkemiz şartlarında (maalesef) yıllarca dayatılanlar yüzünden iktidardakilerin desteğini almadan stat yapmak deveye hendek atlatmak kadar zor. Ancak bu destek, "bizim yeni stadyuma ihtiyacımız var, hadi bize stadyum yapın biz de size bir ömür minnettar kalalım" şeklinde olmamalı. Yaparsın projeni, sunarsın gerekli mercilere (bu merciler sporla ve kamu alanlarıyla ilgilenen birimler olmalı elbette) onlar da onay verirse harekete geçersin. Eski stadyum arazisi karşılığında da yeni stadyumu üzerine alırsın. (Tamam çok düz adam yorumu oldu, ama özeti budur, teferruatını dileyen araştırıp öğrenmekte özgür elbette)

Çileden çıkma sebebi açıklama öncesinde, kendini haklı çıkartabilmek adına saçmaladığı bir cümle var ki evlere şenlik: "Statlarımızın fiziki durumu taraftar çekmeye el vermiyor. Bunun için yeni statlara ihtiyacımız var. İnsanları tribünlere çekemiyoruz" Orada bi' duracaksınız Sayın Başkanım. Eskişehirspor, tarihinde bir kaç istisnai dönem dışında sportif alanda hiç bir zaman başarılı olamadı, ancak kuruluşundan bugüne hiç sekmeden tribünü doldurması, görseller ve etkili tezahüratlarıyla onurlu yürüyüşünü sürdürdü. Gün itibariyle Eskişehirspor taraftarı olduğunu söyleyen kime sorsanız, gerekçe olarak taraftarın gücünü, etkinliğini ve güzelliğini gösterir size. Yani, öyle sandığınız gibi elverişsiz stat var diye sıcak evinde oturup televizyon izleyen insanların yaşadığı bir kent değil Eskişehir! Karla karışık yağmur sonrası balçık havuzuna dönüşen açık tribünde tam 46 yıldır yerini almış bir taraftar kitlesinden bahsederken iki kere düşünüp bir defa konuşmayı öğrenmeniz gerekli artık.

Gelelim çileden çıkma sebebi olan söyleme: "Sayın Başbakanımız stadyuma sıcak bakıyor. Yöreye (Muttalip Bölgesi) yapılacak olan yeni stadyum, kapalı spor salonu ve yüzme havuzu bölgeye hareketlilik getirecek. Gelecek haftalarda gerek temel atma töreni, gerekse konuyla alakalı olarak Sayın Başbakanımız ile bir görüşme daha yapacağım."

Altı çizili cümle zaten dereyi görmeden paçayı sıvayan zihniyetleri açık etmekte, zira bir spor kompleksi için yapılan görüşmelerde o kadar detay varken kim neden temel atma töreninin üzerinde durur, anlamak zor olmasa gerek. Kraldan çok kralcı zihniyet sürdüğü sürece dün Galatasaray Taraftarının başına gelenlerin bir kopyasını Eskişehirspor Taraftarı yaşamaya mahkumdur. Ancak, bu olay henüz tazeyken ve bize bulaşmadan gösterilecek tepki en azından karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmak anlamına gelir, ki Eskişehirspor Taraftarının bu bilince sahip olduğuna dair güvenim tam.

Demokratik haklarını kullanıp protesto eden taraftarı fişlemekle tehdit eden, taraftarlığını sorgulayanlara tepki göstermenin gereksizliğini savunanlara, Müjdat Gezen'in usta oyunculuğuyla ders verdiği "Memlekette Demokrasi Var" filminin fragmanında geçen bir sahneyle cevap vermek istiyorum. Anlayabilene kıssadan hisse...


12.1.11

Böyle Bir Gün Hiç Yaşanmadı

Sabaha ramak kala, güneş henüz doğmamışken alarmın ilk çalışında fırlayarak kalktım o sıcak yataktan, hani yıllarca okula gitmeden önce kalkmamak için bin takla attığım yataktan! Bayramlığını baş ucuna koyup uyurken sabahı bekleyen çocuk gibi asmıştım çoktan formamla atkımı dolabın köşesine. Gece uykum gelsin diye okumaya başladığım kitabı yarıladım stresten uykum kaçarken. Sanki ertesi akşam ülkenin uzak şehrindeki sahaya çıkacak olan benmişim gibi. Sanki, takımımın yıllardır değişmeyen kader çizgisine dokunacak, ona yeni, güzel bir yön verecek olan olan benmişim gibi... Duş almaya gidiyorum ayılmak için. Suyun altında dalıp gidiyorum henüz çıkmadığım yolculuğa.



Duş sonrası telefonum çalmaya başlıyor; arayanlar da uykusundan feragat etmiş, hatta bir kısmı uyumamış dostlarım. Buluşma saatinde, yerinde değişiklik yok. Günler öncesinden ayarlanmış minibüs şoförü de uyandırılmış tatlı uykusundan. Yalnız kaptan biraz huysuz, ama yadırgamıyoruz onu. Bir türlü empati kuramadığı bir grup genci 600 km uzaktaki şehre götürecek ve parasını alacak. Düşündüğü tek şey bu.

Forma tamam, atkı tamam, sabahın ayazında ısınmamı sağlayacak ve dönüş yolunda üzerime battaniye olacak polar da tamam. Hazırım artık evden çıkmaya, son kez etrafa bakarken geride bıraktığım yatağıma takılıyor gözüm ama aldırmadan çekiyorum kapıyı.

Sevgilisiyle buluşmaya giderken hep geciken arkadaşım dahil herkes buluşma noktasında hazır, bekliyorlar gelmemi. Erken çıkmış olmama rağmen son gelen ben oluyorum. Diğerleriyle buluşmak üzere yürümeye başlıyoruz. Önümüzde, muhtemelen geceyi barlarda bitirdikten sonra sokakta sabahlamaya karar vermiş bir çift yürüyor. Dertleri bizimkinden apayrı, romantik bir pazar kahvaltısı büyük ihtimalle. Belki ben de bir pazarı kız arkadaşıma ayırmalıyım diye geçiriyorum içimden, lig tatile girdiğinde mesela...

Çağlar çantasından bir meşale çıkartıp yakıyor sabahın altısında, etrafındaki akşamdan kalmalara aldırmadan. Daha 7 saatlik yola çıkmadan havaya giriyoruz sayesinde. Ama henüz çok erken, sesimizi ve enerjimizi tüketmemeliyiz erkenden. Önümüzdeki romantik çiftin arkasından kahvaltı yapmak üzere fırına giriyoruz biz de, ama onlardan farklı olarak oyalanmadan ayak üstü atıştırıp yola koyuluyoruz tekrar. Çıkarken, masada oturan kız bize şaşkın gözlerle bakıyor, yanında oturan romantik adam da içten içe imrendiğini belli ediyor bize, muhtemelen o da bugün aynı yolculuğa çıkmayı istedi ama izin koparamadı sevgilisinden.

Nihayet buluştuk ekibin kalan kısmıyla. Artık yola çıkmaya hazırız, ama öncesinde 24 saat açık Tekel bize kahvaltı sonrasında cila imkanı sunuyor. Normal şartlarda akşam altıdan önce içenlere alkol bağımlısı denir, ancak bugün istisna, deplasmana gidiyoruz ve bizim için saat kavramı yok. Güneş doğdu biraları yudumlarken, kemiklerimizi ısıtmak için polarları çantalara atınca yeni doğan gün gibi kızarıyoruz biz de formalarımızla... Muhabbete başlıyoruz sanki uzun zamandır görüşmemişiz gibi. Oysa iki gün öncesinde yine bir bahane bulup bir araya gelmiştik.

Sonunda geldi araç. Kaptan da uykusunu almış bir halde çıkınca karşımıza rahat ettim biraz. Araçta tüketilecek biralar da alındığına göre artık hazırız büyük gün için. Yolun ilk yarım saati hafızamın derinliklerinde unuttuğum paslanmış besteleri söyleyerek geçti, yıllar içinde sağda solda duyduğum ama sık tekrarlanmadığı için unutulmuş sözlere sahip güzel besteler...

Ama yolumuz uzun, biraz dinlenme vakti. Herkes bir şeylerle oyalanırken ben camdan dışarı bakıyorum ve dalıp gidiyorum yine, tıpkı sabah duşta ayılmak için bilerek açtığım soğuk suyun altında olduğu gibi. Bu kez aklımda dönüş yolu var, "acaba"larla dolu cümleler. Merağımı gidermem fazla gecikmeyecek. Biliyorum, her zaman olduğu gibi günlerce geçmek bilmeyen zaman, maç günü bir çırpıda yaşanacak ve bana sadece hissettiklerimi bırakacak, anılardan ziyade...

Yol kenarında mola veriyoruz. Ağaçlıktan bulduğum bir sopa parçasıyla, henüz yeni düzleştirilip beton olmak üzere kurumaya bırakılan çimentoya imzamızı atıyorum, unutmasın yollar bizi diye. Hoş, yalnızca yolların değil, arkada bıraktığımız şehirlerin, minibüs şoförünün, fırındaki çiftin, sıcak yatağımın ve yine bir pazar günü yalnız bıraktığım sevgilimin hafızasında yer etmişti bugün çoktan, biliyorum...

Dönüş yolundayız... Skoru hatırlamıyorum, hangi şehirdeydi maç bilmiyorum. Arabada kederle mırıldananları hatırlıyorum sadece, ne söyledikleri kalmamış aklımda. Ama, yine camdan bakıyorum dışarı, etraf karanlık. Camın yansımasından yüzümü ve bir elinde sigara, diğer elinde birasıyla ayakta duran Çağlar'ı görüyorum. Yenilmişiz belli ki, kıl payı şampiyonluk mu gitti yoksa küme mi düştük hatırlamıyorum, zaten umursamıyorum pek ama efkarlıyım işte, hissediyorum. Aklımda kalanlar bir kaç kare fotoğraftan ibaret ama hissettiklerimi kaleme dökmeyi denesem hiç bir zaman bitiremeyeceğim bir roman olur.

Herhangi bir sezonun herhangi bir ilkbaharında bir pazar günü var aklımda kalan şimdi sadece. Yola çıktığımız şehre döndüğümüzde tüm detaylar siliniyor kafamdan birer birer. Yürüyoruz eve doğru bilinmez bir mağlubiyet sonrasında yine, yanımda dostlarımla. Çağlar, galibiyet için maç sonuna sakladığı meşaleyi çıkarıp yakıyor karanlık ve boş sokakta yürürken yine hiç bir şeyi düşünmeden...

Tekrar eve geliyorum ve üstümü değiştirmeden yol boyu sıcaklığına sığındığım polarımla yatıyorum yatağıma, bıraktığım gibi değil, soğuk karşılıyor beni. Uyuyorum...


Hatıralar


4 Nisan 1982 / Eskişehirspor - Gaziantepspor maçında AYDER Tribünü..

11.1.11

Sami Yen'e Selam Olsun



Eskişehir'den uzakta oluşumun getirdiği bir psikolojiyle imrenerek bakıyorum bazen Sami Yen'e maça giden taraftarlara, özellikle de Esesimin maçlarına gidemeyip İstanbul'a tıkılı kaldığım zamanlarda... Yaklaşık 3 yıldır Mecidiyeköy'de yaşıyorum. Dolayısıyla evde geçirdiğim haftasonu olduğunda epey denk geldim Galatasaray taraftarına Samiyen dolaylarında, hatta maç köftesinden de epey yemişliğim vardır.


Şahsen sempati dahi beslemediğim bir takım Galatasaray, gözümde diğer iki İstanbul takımından zerre farkı yok. Ancak, ben her şeyden önce bir taraftarım en yalın halimle... Bir taraftar için maça gitmenin, maç önü atmosferini yaşamanın, stada yakın kuytu sokaklarda yada sigara yasağına rağmen duman altı olmuş barlarda bira içip beste mırıldanmanın tadını en iyi ben bilirim.

Yakın zamana kadar Eskişehir Atatürk Stadyumu'nun da yerinde geliştirilemeyeceği için şehir dışında yeni bir alana taşınması gündemdeydi, şimdilik ertelendi bu proje ama çok da uzak bir tarihe değil. Yani, kaçınılmaz son bizim de kapımızda. Bu sayede daha iyi empati kurabiliyorum Galatasaray taraftarlarıyla.



Bugün itibariyle veda ediyorlar anılarının ev sahibine, çevremde gördüğüm kadarıyla da aşırı duygusal bir ruh halindeler haklı olarak... Ben de bir Eskişehirspor Taraftarı olarak, hem Galatasaraylı arkadaşlarıma selam niteliğinde hem de yaşadığım en keyifli deplasmanlardan birine tanık olan Ali Sami Yen Stadyumu'na saygı niteliğinde bu yazıyı not düştüm tarihe...



*Türkiye'de hem deplasman hem de ev sahibi takımın yan yana koreografi yaptığı tek maç (27 Eylül 2009)



TT Arena Deplasman Tribününde görüşmek üzere...

Kahramanmaraş'tan Bremen'e

Yorucu geçen bir günün ardından soluğu evde alıp, pijamalarımı giyip, kahvemi de koyduktan sonra bilgisayarın karşısındaki yerimi aldım. Facebook'ta hemen hemen bütün Es-Esli arkadaşlarım Werder Bremen'i 3-1 yendiğimizle alakalı iletiler yazmıştı. Çok şaşırdım, bilgiyi teyit etmek için eskisehirspor.com'a girdim, orada da öyle yazıyordu. Günün bütün yorgunluğu, bütün mutsuzluğu akıp gitmişti. Daha sonra düşündüm, acaba Werder Bremen kadrosu nasıldı diye? Şöyle bir kadro söz konusuydu:
1 Wiese 41 Schmidt 15 Prödl 29 Mertesacker 8 Fritz 44 Bargfrede 22 Frings 10 Marin 14 Hunt 7 Arnautovic 24 Pizarro.. Yani orijinal ilk 11'leriydi. Şaşkınlığım katlanmıştı. Almanya'nın en önemli takımlarından, her sene Şampiyonlar Ligi'nde önemli sonuçlara imza atan Werder Bremen'i üstün bir oyunla ve 3-1 yenmiştik. Evet, hazırlık maçıydı, ama ne olursa olsun yenmiştik.

Aklıma çok değil, 5 sene önce sıcak bir bahar günü oynadığımız Kahramanmaraşspor maçı geldi. Muhtemelen pazar günüydü. 3-1 yenmiştik. Mustafa Sevgi, Mehmet Eren ve Mehmet Akif atmıştı gollerimizi. Kendi kendime "Nereden nereye?" diye sordum.

Dediğim gibi hazırlık maçıydı, ama belki de Avrupa'ya bir mesaj gönderdik. Umarım Schalke 04 maçında bu sinyali daha da kuvvetlendirir ve ikinci devreye başlamadan önce bir heyecan daha yaşarız.

9.1.11

1970-1971 Türkiye Kupası İlk Maç(Bursaspor) için. Es Es Yalova Şekerbank Kampında... Büyük Kaptan Fethi Heper hatıra fotoğrafı çektiriyor.

8.1.11

Çocukluğum, Gençliğim : Efes Pilsen


2001 civarıydı, o döneme kadar okul bahçeleri dışında pek varlık gösteremediğim basketbolda ilk formama Eskişehir'de yaklaşık 30 takımlı yıldız kategorisinde ortalamanın üzerinde sayılabilecek bir takımda sahip oldum. Renkleri lacivert beyazdı ve sanki hesaplamışım gibi ilk defa edindiğim gerçek(!) basketbol ayakkabısıyla aynı renkleri taşıyordu...



Türkiye'ye basketbol hep ani ve hızlı hareketler şeklinde çıkış yapıp yaygınlaştı, ülke tarihinde parmakla gösterilecek etkiler var basketbolun düz futbol taraftarlarınca ve hatta sokaktaki vatandaş için çekici gelmesini sağlayan. Aklımda kaldığı kadarıyla 80'li yılların başlarında yayınlanan Beyaz Gölge dizisi (90'ların sonunda TRT tekrar verdiğinde izlemiştim, enfes), sonrasında 90'larda çocuk olanların gözünü boyayan Michael Jordan'ın yanı sıra Charles Barkley, Patrick Ewing gibi NBA yıldızlarını da barındıran Space Jam filmi...

Ancak, dizi - film sayesinde basketbola ısınan halkın bu sporu gerçekten sevmesinin altında çok daha reel bir başarı öyküsü yatıyor. Yıllarca popüler spor futbolda "yenilmiş ama ezilmemiş" bir millet olmaktan öteye gidememişken o döneme kadar televizyonda gördüğümüz kara ve uzun adamlardan izlediğimiz oyunda, basketbolda Avrupa'nın tepesine, Koraç Kupası'na yürüyen bir takım vardı : Efes Pilsen!


Peter Naumoski efsanesinin yanında yüzde yüz yerli Tamer Oyguç, Ufuk Sarıca, Volkan Aydın, Tarık Sarıçoban gibi gurur kaynaklarının yer aldığı kadro 93'te direkten döndüğü Avrupa Kulüpler Kupası'ndan 3 sezon sonra 1996 Koraç Kupası'nı kazanmayı başararak ülkeye kulüpler bazında (tüm branşlarda) ilk Avrupa Kupası'nı getirmişti.

Sonrasında takım nesil değiştirdiğinde bu başarının tesadüf olmadığını 2000 ve 2001 yılları Euroleague Final Four'da Hidayet Türkoğlu, İbrahim Kutluay, Damir Mulaomeroviç'li kadrosuyla arka arkaya iki kez 3. olmuş ve bu başarıyı ilk yakalayan Türk takımı olmuştu bir kez daha. 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda ses tellerimizi yerinden oynatan, gözlerimizi dolduran 12 Dev Adam'ın kadrosunu yarı yarıya doldurmuş takım da aynı ekipten çıktı elbette...


Tekrar benim hikayeme dönersek, tam da bu efsane çıkışı yakalayan, Türkiye ve Avrupa basketbolunda yumruğunu masaya vurup biz de varız diyen Efes Pilsen ile aynı renklerde bir formaya sahip olmanın haklı sevinci vardı üzerimde. Forma numaraları seçilirken hiç birimiz rakam görmedik o formaların sırtında; 5 numaraya bakan Hidayet'i, 12 numaraya bakan Hüseyin Beşok'u görüyordu... Ben mi? 4 numara: Damir Mulaomeroviç. Oyun kurucu pozisyonunu kendisini izleyerek öğrendiğim düşünülürse hiç de yadırganmayacak bir gerçek.

Yıllar içinde zaten o kadar da gelecek vaat etmeyen takımımız dağıldı ister istemez, ancak ne zaman Efes Pilsen takımını görsem televizyonda, gazetede veya bilumum sosyal ortamlarda; aklımın bir köşesinde çocukluk ve gençlik arasındaki o lacivert beyaz günler belirir ufak bir tebessüm eşliğinde.


Gündemde olduğu üzere Türkiye Basketbolu'nda Efes Pilsen'in adı malum kanun nedeniyle tarihe karışacak. Ancak bu yazı benden tarihe bir not olsun: Efes Pilsen Türkiye'de basketbol tarihinin kendisidir. Ben, eski takım arkadaşlarım, futbolda yaşanan hezimetlerin intikamının Efes Pilsen tarafından alındığına inanan amca, veya kupa kaldırılırken televizyon karşısında gözleri dolan herhangi bir anne... Hepimiz Efes Pilsen'e ait anılara sahibiz. Bizim hafızamızla oynamadığınız sürece Efes Pilsen'i silemezsiniz, bu böyle biline!




not: yukarıdaki yazı alkolsüzdür, gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz.

7.1.11

Çok Güzel Hareketler Bunlar

Herkes dilinde bir Barcelona türküsü tutturmuş, coşuyor forumlarda, sözlüklerde, twitter'da... Neymiş efendim, altyapı oyuncularından A takıma kadar tüm Barçalılar aynı tesislerde idman yapıp, aynı hamamda yıkanıyormuş(?) Bu da Barcelona'nın dünyanın zirvesinde sabitlenmesinde büyük etkenmiş,vs...

Yukarıda yazanların tamamına katılmakla beraber hayranlığımı da fırsat buldukça dile getiriyorum. Hatta üç gün önce, tesislerde gözüme çarpan bir detayı yazarken değinmiştim aynı konuya. Bu ve bunun gibi hareketlerin dünyanın neresinde olursa olsun sağlıklı sonuçlar vereceğine inananlardanım. Ancak, ülke olarak imrenmekten öteye geçmiyor oluşumuz üzüyor içten içe gerçek sporseverleri.





İşte tam da bu konuda beni şaşırtan bir isim: Eskişehirspor Teknik Direktörü Bülent Uygun. Kendisini oldum olası sevmedim, sevemedim. Özellikle, klişe olduğu üzere Sivasspor'un başında şampiyonluğa yürürken işindeki başarısıyla ters orantılı demeçlerinden tiksindim. İçinde bir başkaldırı var İstanbul takımlarına karşı, ama bunu yansıtma şekli gerçekten çirkin. Gel gelelim sezarın hakkı sezara. Bu adam, yıllardır kimsenin görmek istemediği gerçeğe parmak bastı sezonun devre arasında.


A takımın kamp yapmak için gittiği Side'ye A2, U18, U17, U16, U15 ve U14 takımlarının da gitmesi için masrafların yarısını kendi cebinden ödedi. Böylece, altyapı oyuncuları hem erken yaşta profesyonel kamp havasını soluyacak, hem de kulüp tarafından kendilerine değer verildiğini hissedecekler.





Son zamanlarda altyapı adına gerçekten güzel gelişmeler oluyor. Henüz ütopik gibi gelse de, doğru bir yönetim sistemiyle, takımın kadro itibariyle en azından yarı yarıya altyapıdan gelen oyuncularla başarıya yürümesi hiç de imkansız değil.



6.1.11

Sezer,Sezar meselesi..

Eskişehirspor camiası 12 yıl Süperlig'den uzak kaldığı için futbolcusunun transferi olayına birazcık aşırı tepki göstermeye başladı son günlerde.

Evet herkesin bildiği gibi Sezer Öztürk' ün Beşiktaş' a transferi. Bugün sokağa çıktığımda yakın çevrem tarafından Eskişehirspor başkanı muamelesi gördüm. Beşiktaşlılar "Sezer' i bize verecek misiniz?", diğer takımların taraftarları "Sezer nereye gidiyor" diye soruyorlar. Ben de gelişmeleri takip ediyoruz demekle yetiniyorum.

Henüz kesinleşmiş bir durum yok. Ancak herkesin bildiği şeyler var. Beşiktaş' ın Sezer' i istediği, Eskişehirspor' un Sezer' i ucuza yollamak istememesi, Sezer' in Beşiktaşta zor oynayacağı ve Eskişehirspor' da kalırsa sezonun geri kalanında verimli olamayacağı.

Son cümlem tartışabilir, ancak bir takım ister düşme hattında olsun, ister orta sıra takımı olsun, ister üst sıraları zorlayacak olsun; bir futbolcuya bel bağlamamalı. "O giderse yapamayız", "X' i satanı biz de satarız" gibi klişeleşmiş cümleler bence çok uç durumlar dışında gereksiz. Bugün takımda vazgeçemeyeceğimiz bir futbolcu olmamalı. Taraftarın büyük çoğunluğu öyle düşünüyor. Tabiki hedefleri olan takımlar önemli futbolcularını satmamalılar ama bu profesyonel hayatta bunun çok üzerine düşmemek lazım. Ülkemizde bazı takımlar önemli futbolcularını satmayıp ısrarla kadrolarında tutuyorlar. Ancak transfer dedikodularından sonra ne derece verim alıp alamadıkları ortada.

Bu gibi durumlarda kulüp duruşunu bozmamalı. Futbolcusuna sahip çıkıp hakettiği bonservis ücretini belirlemeli. Ancak, futbolcu gitmek istiyorsa da çok üzerine düşüp futbolcuya vazgeçilmez olduğunu hissettirmemek lazım.

Ben bu tarih itibariyle Sezer' in Eskişehirspor'da kalacağını düşünüyorum. Ancak kaldığı takdirde ne derece verimli olur bunu da tartışmak lazım. Sezer karakterli bir futbolcu. Umarım hem Eskişehirspor için hem de Sezer için gelecek günler iyi olur.

4.1.11

İşte Bunu Seviyorum


Eskişehir'de bulunduğum bir vakit takımın idmanını izlemeye gittiğimde çektim bu fotoğrafları. Tesislerde duran bu araç, öğrendiğim kadarıyla altyapı oyuncularına servis amaçlı kullanılıyormuş. Kaç yıldır kulübe ait, yada yıllar içinde hangi amaçlarda kullanıldı bilmiyorum ama kanım fena halde ısındı.

Altyapı oyuncularına aşılanması gereken "Yüksek Eskişehirsporluluk Bilinci"ne giden yollarda bu aracın katkısı şüphesiz büyük. Tıpkı Barcelona'nın Xavi'li, Messi'li takımı ve minik takımının aynı tesislerde idman yapması gibi bizim minikler de üzerinde çalışılmış bir minübüsle abilerinin yanına, antrenmana hevesle gidiyordur eminim.

Bir gün bu minibüs vadesini doldurup hurdaya çıktığında talip olacağımı şimdiden duyuruyorum. Olur da çalışır haldeyken satışa çıkarsa da deplasmanlara gitmek süper olur, kaç saat sürerse sürsün!




Suya Yazı Yazmak Gibidir Seni Sevmek