29.5.11

Bitmek Bilmeyen Mesele: Stadyum


" 7 - Halen 1500 kişilik kapalı ve 15000 kişilik açık seyirci alabilen Atatürk Stadı ile 1000 kişilik açık seyirci alabilecek Şeker Stadı ile bugün için ihtiyacı kafî saha ve stad mevcuttur. Ayrıca Atatürk Stadı'nın tevsi için gereken istimlâklar yapılmış olup, yine yüksek yardımlarınızla 5 yıllık plâna alınması ve ilk yıllara konması halinde Eskişehir'de kapalı tribünler 12000, açık tribünler de 38000 ki cem'an 50000 seyirci alabilecek kudret ve büyüklükte olacaktır."



Eskişehirspor'un kurulmasında adım adım sona yaklaşılırken, Haziran 1965'te, o dönemde Ankara'da bulunan Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Federasyon Başkanlığı'na 7 maddeden oluşan bir taahhütname gönderilmiş. Bu maddelerin ilk altısı kısmen makul seviyede olsa da, yedinci madde dikkatimi çekti. Bugün dahi imkanı zor olan bir vaatte bulunmuş Eskişehirspor Kulübü, hem de henüz kurulmamışken. Başlangıç kapasitesi 16500 görünen Eskişehir Atatürk Stadyumu zaman içinde yapılan değişiklikler ve sonrasında kural gereği yapılan koltuklandırma çalışmaları neticesinde 2011 itibariyle 18700 seyirci kapasitesine sahip konuma geldi.

1971 yılında Akdeniz Oyunları için inşa edilen İzmir Atatürk Stadyumu uzun yıllar boyunca 63.000 kapasiteyle ülkenin tek yüksek kapasiteli stadı olarak varlık gösterdi, ancak 2002'de bu ünvanı, İstanbul'da bir türlü gerçekleştirmeye hak kazanamadığımız Olimpiyat Oyunları için tasarlanan Olimpiyat Parkı bünyesindeki İstanbul Atatürk Olimpyat Stadı (84.000) ele geçirdi. Bundan beş yıl öncesine kadar Türkiye'de yüksek kapasitede ve standartlarda kabul gören yalnızca bu iki stad varken, dünyanın ekonomik anlamda globalleşmesiyle birlikte yayılan endüstriyel futbolun ülkemize de girmesiyle beraber bu sayı artış gösterdi. Önce, Fenerbahçe'nin kullandığı Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun kapasitesinin 50.000 sınırına çekilmesi, sonrasında Kayserili işadamının çabalarıyla yapılan ve kendi adını taşıyan 33.000 seyirci kapasiteli Kadir Has Stadyumu, son olarak Galatasaray'a yıllarca hizmet etmiş Ali Sami Yen'in bulunduğu arsa karşılığında yapılan Türk Telekom Arena(52.500) bu zincire eklenen halkaları oluşturdu. Bunların yanı sıra Anadolu'da bir çok şehirde yapılan-yenilenen Bursa Atatürk Stadyumu(25.000) Şanlı Urfa Gap Arena(30.000), Rize Şehir Stadyumu(15.000) gibi aternatiflerle ülkenin stadyum çıtası yukarı çekilmiş oldu. Tüm bunlara ek olarak, Ankara'nın ve ülkenin en eski statlarından biri olmasının yanı sıra Eskişehirspor'un 2.Lig B Kategorisi'nden kurtulduğu 2006 ilkbaharında resmi olmayan rakamlara göre 35.000 taraftara ev sahipliği yapmış Cebeci İnönü Stadyumu da yıkılmaya yüz tutmuş olsa da tarihiyle ayrı bir yerde bulunuyor.

Türkiye'nin dört yanındaki stadyumlar birer birer gelişirken, Eskişehir'de bu konuda rivayetlerden öteye geçilmiyor. Geçtiğimiz aylarda, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı bir oyla kaçırmadan önce yapılan sunum dosyasında yer alan 8 ilden biriydi Eskişehir. Şehirde şu an bulunan Atatürk Stadyumu'nun şampiyona düzenlemek için gerekli kriterleri bulunduğu alanda sağlamasının zorluğu nedeniyle şehir merkezine kısmen uzak bir noktada 37.000 kapasiteli yeni bir stadyum yapılacaktı. Ancak, organizasyonu şaibeli bir oylama neticesinde Fransa'ya kaptırdıktan sonra, Eskişehir'de stadyum konusu tekrar soru işaretleriyle dolu bir dosya halini aldı.

Yakın zamanda Eskişehir İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklamada, stadyumun yeni bir bölgeye taşınması veya yerinde geliştirilmesinin zorluğuna dikkat çekildi. Çözümün, sıkıntı giderilene kadar Açık Tribün'ün üzerinin kapatılmasında olduğu söylendi. Haksız bir açıklama değil. Ancak, realist bir bakış açısıyla, Türkiye'nin kültürel, ekonomik ve sportif başarı anlamında en hızlı gelişen öncü kenti Eskişehir'de mevcut stadın yetersizliği kabul edilemez. Euro 2016'yı kaçırmış olsa da TFF'nin er yada geç bir turnuvaya ev sahipliği yapma isteği biliniyor. Bu nedenle hazırlıklı olmak gerekir. Herhangi bir uluslararası turnuvanın netleşmesine gerek duymaksızın Euro 2016 projesinde yer aldığı gibi, en az 35.000 seyirci kapasiteli bir stadyuma acil ihtiyaç var. Zira, Eskişehirspor Kulübü maçlarını 2. lig yıllarında dahi 15.000 seyirci ortalamasıyla oynamış ve sportif başarıdan bağımsız seviyede bir seyirci talebiyle karşı karşıya kalmış durumda. Kaldı ki, yavaş ama sağlam adımlarla sportif başarının da geldiği düşünülürse, Eskişehir'de yeni bir stadyum ihtiyacı kaçınılmaz gerçektir. Ek olarak, yeni bir stadyumun kaliteli futbolcu transferine yapacağı katkı da göz ardı edilmemelidir.

Kaçınılmaz olan bir sonucu tartışıp, olasılıkları düşünmektense, er yada geç yapılacak olan stadyuma odaklanıp, şimdiden detayları düşünmekte fayda var. Giriş çıkışlar, tuvaletler, büfelerin geniş bir alanda hizmet vermesi ve güvenlik gibi ana gereksinimler zaten yerine getirilecektir. Bunlardan farklı olarak akla ilk gelen, tribünlerin sahaya olan yakınlığı. Atletizme ülkemizde verilen önemin yalnızca futbol sahalarının etrafındaki tartar pistten ibaret olduğu yıllarda yapılmış tüm şehir stadyumlarının yapısı hemen hemen birbirine benzer. Bir adet Açık Tribün, hemen karşısında protokol, vip, kamera odası gibi unsurları bulunduran Kapalı Tribün ve bu tribünlerle yeşil saha arasında anlamsız uzunlukta bir boşluğa sığdırılmış tartar pist. Günümüzde atletizme özel sahalar her şehirde mevcut. Eskişehir'de de bu ihtiyacı karşılayacak standartlarda sahalar mevcut. Dolayısıyla yeni yapılacak olan stadyumda tribünler sahaya olabildiğince yakın olmalı. Bu yakınlık ve oval stadın getireceği psikolojik etki misafir takım oyuncuları üzerinde bir baskı yaratacaktır şüphesiz. An itibariyle buna verilecek en başarılı örnek, yeni ve belirgin bir gelişme olması dolayısıyla TT Arena'ya geçiş sonrasında Galatasaray'ın rakip üzerindeki etkisi. Hatta, TT Arena'da oynadığımız ve 4-2'lik yenilgiyle ayrıldığımız maç sonrasında Teknik Direktör Bülent Uygun ve Başkan Halil Ünal, yenilgide stadyumun etkisini itiraf etmişlerdi. Sahaya çıkan bir misafir takım futbolcusu, özellikle de benzeri bir stadda önceden fazla oynamamışsa, etrafında baktığında kaçabileceği bir boşluk arar, nefes almak ister. En kötü ihtimalle misafir takım tribününü görmek ister, biraz olsun stresini atabilmek için. Ancak, artık bahsettiğim yapıdaki stadyumlarda deplasman taraftarları asla seslerini duyuramayacakları, köşe ve karanlıkta kalan bir noktada maçı izlemek zorunda bırakılıyor.

Bir diğer detay ise, maneviyat. Taraftar, galibiyet, şampiyonluk, kupa görmek ister elbette. Ancak, özellikle Eskişehirspor gibi sahada oynanan oyundan ziyade tribündeki görselliğiyle alkış ve ilgi toplayan bir takımı tutan insanlar kendi geçmişine, efsanelerine saygı bekler. Maddi beklentileri umursamaz. Stadyum yapılacaksa eğer, adında tek derdi kulübümüz üzerinden reklam ve rant sağlamak olan bir marka yerine efsaneleşmiş oyunculardan birini, Fethi Heper'i görmek ister mesela, yada kaptan İsmail Arca'yı. Belki de en güzeli, 65-75 yıllarına damgasını vurmuş, Anadolu'nun devriminde ilk ateşi yakan takımın hocası Abdullah Gegiç. Hem hak geçmemiş olur böylece. Ama en anlamlısı da henüz 25 yaşındayken yitirdiğimiz Sinan Alağaç olacaktır.

Maç öncesinde Atatürk Stadı'na toplu halde yürümek, tezahüratlar yapmak bir gelenektir Eskişehir'de. Eğer ki, yeni yapılacak stadyumun çevre düzenlemesinde temsili de olsa buna benzer bir ortam sağlanmaz, maç önü atmosferi eksik bırakılırsa gelecek nesillere Eskişehirspor'un ne olduğunu da eksik aktarmak durumunda kalır dünün ve bugünün taraftarları. Bu nedenle ulaşım ve stadyum etrafı projelendirilerken taraftarlığı babadan oğula, anneden kıza bir bayrak yarışı olarak yaşatan ve var eden şehir halkına kolaylık sağlanmalı, mümkünse 1965'ten günümüze arşivlenen dökümanları, fotoğrafları, videoları ve tabi kupaları, ama en önemlisi terletilmiş formaları sergileyeceği bir müze ile taçlandırmalıdır.

Saydığım detayların gerçekleşeceğine dair bir taahhüt, 1965 yılında, federasyonu ikna etmek için yazıldığı gibi ütopik değil de içtenlikle, altyapısı oluşturularak sunulduğu takdirde eminim ki, ülkenin dört yanına yayılmış bir milyon Eskişehirspor Taraftarı birer tuğla alır ve yeni evimizin inşaatına el vermek için birlik olur.

15.5.11

Doğa Kaya Gerçeği




Son zamanlarda Lig Tv maç sonunda istatistikleri verirken hangi futbolcunun kaç km koştuğuna bakıyorum özellikle. Çok şey anlatır çünkü. Tamam, pozisyonu gereği kısmen az koşması gerekenler olur elbette, ancak yine de istisnalar dışında tüm oyuncuların özverisini yansıtır bu tablo. Hırs, azim, istek gibi klişeleşmiş kelimelerin rakamsal yansımasıdır bir nevi.

Televizyondan izlediğim maçlarda rakamsal olarak teyit ettiğim, tribünden takip ettiğimde ise bizzat izleyip takdir ettiğim bir Doğa Kaya gerçeği var. Dinamik yapısı sayesinde sürekli oyunun içinde kalmaya gayret eden, forvetle birlikte hücuma çıkıp, hemen devamında defansla birlikte savunma yapan, en azından yeltenen, mücadele eden biri.


Herkes, iki sezon önceki Beşiktaş maçında Yusuf'tan aynı hücumda arka arkaya yediği çalımlarla dalga geçerken ben her yediği çalımdan sonra tekrar saldıran Doğa'yla gurur duydum.

"Bu ligin oyuncusu değil, kapasitesi yetersiz" diyenlere inat attığı tam saha deparları hayranlıkla izledim. Yaptığı hataların ardından kahretmek yerine, düştüğü saniye ayağa fırlayıp mücadelesine devam eden, bir nevi hacıyatmaz gibi direnen Doğa'ya saygı duydum.

Unutmak istediğimiz, ama her sezonunu, her maçını tek tek yaşadığımız için asla aklımızdan çıkaramadığımız, bitmesi için gün sayarken zamanın ağır aktığı o yıpratıcı yılların son demlerinden bugüne kadroda ite kaka, inatla yerini koruyan, sessizce formayı terleten ve bununla reklam yapmak yerine işini yapan Doğa'yı bizden hissettim.

Ankaraspor deplasmanında sakatlığı nedeniyle kadroda kendine yer bulamayınca "takım elbiseli abiler"in peşinden deri koltuklara gitmek yerine deplasman tribününe herhangi bir taraftar gibi bilet alıp sıraya geçerek girmeyi tercih eden, kapıda çantası aranırken "sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye diklenmek yerine sessizce bekleyen ve ayakta maçı izleyen Doğa'ya hayranlık duydum.

Çok değil üç yıl önce, adı sanı belli olmayan dipsiz kuyunun sonundaki duvarı yıkan ve bize ışığı gösteren golü atan Doğa'yla aynı anda sesim kısıldı, yalnızca bir kaç metre ötesindeki tribünde!


Yıpranmış, yorulmuş ve kanını tazeleme ihtiyacı duymuş. Hal böyle olunca, Antalyaspor'dan gelen -samimi olduğuna inandığı- teklifi de kabul etmiş. Biraz üzüldüm, biraz mutlu oldum. Üzüldüm, zira genişleyen ve derinleşen kadroda hak ettiği saygınlığı, itibarı görememeye başlamıştı ve gitti. Mutlu oldum, çünkü ayrılırken transfer olan profesyonel bir futbolcu gibi değil de, okul değiştiren bir öğrenci gibi samimi veda etti takıma, taraftara, şehre...

Bugün ayrıldığı Eskişehir'e yarın başka formayla geldiğinde, tribünden adını haykırıp alkışlamak naçizane bir teşekkür, mütevazı bir vefa olacak. O güne dek, kendine dikkat et Doğa Kaya.