-Eskişehirsporluyum
+Hadi ya... (kafası karıştı)
...bir süre sonra toparlar ve tekrar başlar,
+ Tamam onu anladım da, başka?
- Başka derken?
+ Hani üç büyüklerden?
- Üç büyük derken?
+ işte İstanbul takımlarından hangisini tutuyorsun diyorum?
- öyle desene baştan, İstanbul'dan Kasımpaşa'yı tutuyorum ben.
+ ?!?%&!? (hepten gitti)
Yukarıdaki diyalog sık sık rastladığımız ve artık bıkma evresine geldiğimiz türden. Kısır bir döngüden ibaretken, verilen son cevap sonrasında muhatabımın mavi ekran vermesine neden olmanın mutluluğu bambaşka oluyor.
Uzak bir şehirde yaşayınca insan memleketini özler elbette. Ben de özlüyorum, Eskişehir'i. Binalar arasına sıkışmış da olsa hala var olan sıcaklık ve huzuruyla kendini özleten bir şehrim var. Eskişehir'e yazın Almanya'dan izne gelen dayımın sabahın köründe simit fırınına gidip, çocuk gibi mutlu olmasını anlayamazdım önceleri. Şimdilerde ise ne zaman Eskişehir sokaklarında yürüsem gerçek anlamda bir aidiyet hissi yaşarım, ailemle biraz vakit geçirdikten sonra sokağa atarım kendimi. Plansız programsız kısa bir şehir turu yaparım. Doktorlar Caddesi'nde bisikletle gezen yaşlı amcaları, Porsuk kenarındaki çimlerde oturan sevgilileri, arkadaş gruplarını, birbirine "hacım" diye seslenenleri gördükçe terapi gibi gelir bana Eskişehir. Sonra, tanıdık mekanlara giderim rastgele. Mutlaka tanıdık bir yüze rastlar, oturur muhabbet ederim. Hava kararınca barlar sokağına geçeriz birlikte ve seans biter nihayetinde.
Kaçınılmaz son, İstanbul'a dönerim. Her defasında aklımın bir köşesi Eskişehir'de kalsa da, gittiğim yerde de sığınacağım bir liman olduğunu bilmek rahatlatır beni. Bir türlü bitmek bilmeyen okulumdan çıkıp eve giderken, gidemediğim bir maçta Eskişehirspor yenilmişse yada sadece canım sıkılmışsa düşünmeden atlar Kasımpaşa'ya giderim, yine plansız, yine programsız. Önce, aynı benim gibi alt liglerde, başarısı rivayetlerde saklıyken tarafını seçen gençlerin sıkça vakit geçirdiği Ziyafet Sokak'ta alırım soluğu. Bir binanın yan duvarında boydan boya duran dev Kasımpaşa armasından aldığı isimle "Arma Altı"nda... Misafirden öte, müdavim olmama rağmen ilgilerini eksik etmezler hiç bir zaman. Çay gelir anında, boş tabure yoksa yer verir yaşça küçükler. Öyledir Kasımpaşa'da, aralarında bir yaş dahi olsa saygıdan ödün vermezler. Sonra, turlarız semt içinde, tıpkı Eskişehir'de olduğu gibi burada da tanıdık simalar çıkar karşıma. Kasımpaşa'da da yaşlı amcalar bisiklet üzerinde dolaşır. Porsuk kenarında olmasam da Haliç teselli olur bana. Sonra hava kararır ve zamanın akış hızına inat, yavaş içeriz birayı köşedeki semt birahanesinde...
Kulüpler arası kardeşlikten öte, ikili dostluklar üzerine kurulmuş bir bağ...
ve küme düşen Kasımpaşa'ya saygı duruşu kaldığı yerden devam eder...
34. dakika yaklaşırken tüm tribünde uğultu başlar Eskişehir'de: "34'te Paşa, 34'te..."
son on saniyede geri sayım yapılır ve bitince, güçlü bir ses yankılanır Eskişehir sokaklarında:
..."Kasım....Paşa....Kasım...Paşa..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder