14.2.11

14 Şubat




Aslında güzel de gidiyordu ama başlarda söylediğimde ciddiye almadığı takıntılarımın(!) kurbanı oldu. Sonrasında da tutarsız bir şekilde devam eden, inişli çıkışlı birlikteliğimizin son ayrılığıydı bu.

Uyarmıştım oysa... Günlerdir stada pankart boyamaya gidiyorum diye evden çıktığımda, gerçekten pankart boyamaya gittiğimi defalarca söyledim. Onu aldatma ihtimalimi, kaçamak yapma ihtimalimi düşünmesin diye söylemiştim bunu, üzerine basa basa. Fakat, ben ısrarla "pankart yapmaya gidiyorum, başka hiç bir şey yapmadan eve dönüyorum" diye her seferinde vurgulayınca, o her şeyi iyi bilen, ama nedense kendine zerre faydası olmayan kız arkadaşlarının da etkisiyle, ona gizli bir sürpriz hazırladığım düşüncesine kapılmış. Bu durum, şüpheye düşmesinden daha kötü oldu. Zira, onu aldatmadığıma ikna etmek için şahitlerim ve delillerim vardı; ancak sevgilinin beklentisinin karşılıksız çıkması bir erkek için asla kolay atlatılır bir durum değildir.

Ben bu beklentiden habersiz, bir hafta boyunca akşamlarımı ayırdığım koreografi çalışmaları için bizim çocuklarla buluşurken, zavallı sevgilim kafasındaki hikayeyi gün be gün büyütüyor ve "günlerce süren bir organizasyon... kim bilir neler yapacak? Mekan kapatacak herhalde... yok yok bu kadar uzun sürdüğüne göre daha özgün, daha özel bir fikir olmalı. Buldum, göl evi kiralamış ve orayı hazırlıyor her gün gidip. Ahh aşkım benim, nasıl da düşünceli..."gibi hayallerle ilişkimizi daha da çıkmaza sürüklüyordu. Beklentiler ne kadar büyük olursa, hayal kırıklıkları da o kadar acıtırdı nede olsa.

Nihayetinde geldi 14 Şubat günü... Sabah erkenden güzel bir kahvaltı hazırladım ve akşamdan alıp sakladığım çiçekle uyandırdım sevgilimi. Çiçek ve kahvaltıyı gördüğünde, "Vay be, hem sürpriz hazırlıyor hem de öncesinde çiçeklerle kahvaltıyla şımartıyor beni. Kim bilir günün geri kalanı nasıl güzel geçer" diye geçirmiş içinden. Oysa, gerçekler çok daha farklıydı. Çiçek, elbette sevgililer günü içindi, neticede romantik(?) bir erkektim. Sevgilimi mutlu etmeyi isterdim elbette. Ancak, sevgilimin düşündüğünün aksine kahvaltı, jest değil günün geri kalanında onunla olamayacağım için bir nevi rüşvetti. Günün öncesi diye mutlu olduğu kısıtlı zaman bittiğinde, formamı giymiş bir şekilde çay içiyordum karşısında. "Neden bunu giydin aşkım?" diye sordu. "Bahsediyorum ya bir haftadır hayatım, maç var bugün. Stada erken gidip koreografi için son hazırlıklara katılmam gerekli, sonra da bizimkilerle ikişer bira içmeye geçeriz maç saatine kadar" dediğimde gördüğüm yüz ifadesi aslında olacakların habercisiydi ama ben gerçeği görmek istemedim. Zaten artık evden çıkmam gerekiyordu, çıktım...

Maç önü ve koreografi güzeldi ama maç 0-0 bitmişti ve moralim kısmen de olsa bozulmuştu. Soluğu her maç sonrasında olduğu gibi barlar sokağında aldık. Maç öncesinde keyiften, heyecandan içilen biraların yerini koreografi yorgunluğu ve atamadığımız gole içilen rakı almıştı bu kez. Tamam, skor taraftarı değildik, hele ki böylesine güzel bir görselliğe imza attığımız günde. Ama, bir türlü atamadığımız o gol gelmiş olsaydı günü tam anlamıyla güzel bitirecektik. İçmeye devam ettiğimiz esnada bilmediğim bir gerçek vardı. Benim için biten yalnızca gün değildi...

Çakırkeyf bir halde eve döndüğümde, sevgilimin evde olmadığını ve bir mektup bıraktığını fark ettim. Okuduğumda anladım yukarıda yazdığım beklentilerini, hayallerini ve hayal kırıklığını...

Hayatın vazgeçilmez hissiyatları yüzünden vazgeçmişti sevgilim benden.

Ona göre komik bir aktiviteydi maça gidip bir futbol takımı için "hoplayıp zıplamak"; bana göre yaşama sevinci... Ona göre anlamı tarif edilemez kutsal gündü sevgililer günü; bana göre kapitalist düzenin getirdiği gereksiz bir kurmaca... Ona göre 14 Şubat'tı bugün, bana göre maç günü...

...ve bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder