21.8.10

Deplasman Günlüğü # 1

Yolculukların ilk ve son dakikalarıdır, en tehlikeli anları. Tatlı bir rehavet çöker bünyeye, gafil avlanırsın. Dün maçın ilk ve son 5 dakikasında, yani gollerin geldiği anlarda işte tam da bu rehavet vardı üzerinde takımın. Sanki, o dakikalar formalite, sanki o dakikalar ısınma turu, yarış öncesinde.

Yaptığı açıklamada hatayı defansta bulmuş Rıza Hoca, kelimesi kelimesine "Defansımızda yaptığımız inanılmaz hatalardan mağlup olduk... ... Bu maç gösterdi ki defansımızda çok büyük zaaf var. Onu bir an önce çözmemiz gerekiyor..." demiş!

Futbolun teknik - taktik boyutundan fazla anlamam, ukalalık yapacak kıvamda değilim en azından. Ama gerçekleri görmek için futbol bilmeye gerek yok. Futbol kulüplerindeki bürokrasi o kadar da karmaşık değil. Bir takımın başında 3. sezonunu geçiren bir teknik direktör, yaz kampında eksikleri görür, yönetimde ilgili kişiye bildirir. Yönetim de gerekli müdahaleyi yaparak boşlukları doldurur... Yada en azından ben böyle olduğunu sanıyordum. Rıza Çalımbay bunun aksini düşünmüş olacak ki yukarıdaki açıklamayı yapmış.

Evet, haklı tarafları var, sonuçta sahaya girip oyuna bizzat dahil olamaz. Bu kadar pozisyon sonrasında istediğini elde edemeyince serzenişte bulunmak önce kulağa makul ve mantıklı geliyor. Anlayış gösteriyor insan... Ancak; sezon öncesinde transfer yapılırken değil de 2 haftada kaybedilen 5 puan sonrasında bu tepkiyi vermesi abesle iştigal oluyor. Kaldı ki, bahsi geçen hocanın, takımı oyuna bu kadar hakimken dahi pas yapmaktan korkarak, şişirme toplarla, doldur - boşaltlarla oynatmasının anlaşılır, kabul edilir yanı yok. Kaliteli kumaşla cam silmeye benziyor bu yaptığı.

Bireysel yetenekleri hiçe sayılmayacak durumda olan futbolculara ligin henüz düzeni tam oturmamış, beraberliğe "ne alâ" diyecek bir Konyaspor karşısında dahi defansif futbol oynatmaya çalışan, beraberliği kurtardıktan(!) hemen sonra kenarda ısınan forvet Adem'i kulübeye çağırıp rakip hocaya, Ziya Doğan gibi çakal bir hocaya oyundan beklentisi konusunda ipucu veren, beraberliğe tamah ettiğini ilan eden, akabinde saldıran Konyaspor karşısında skor 2-1 olunca Adem'i tekrar ısınmaya yollayıp alelacele oyuna sokan Rıza Çalımbay'ın özeleştiriden uzak tavrı beni esas korkutan oldu. Zira, görmezden gelinen her hata tekrarlanmaya mahkumdur.



Şapkamızı önümüze koyup düşünme vakti şimdi. Sezonun 2. haftasında, o kadar da zor rakiplerle oynamamış olmamıza rağmen 1 puandayız. Sıradaki iki rakip de Galatasaray ve Bursaspor... Bakalım, neler olacak 4 maç sonunda. Sportif başarıyı umursamayan bir taraftar kitlesine bile isyan ettirmeyi başaran Çalımbay, yine inanılmaz(!) defansif hatalardan mı dem vuracak, talihsizlikten mi...

9.8.10

Haybeden Gerçek Üstü Aşk



Ne beklersin böyle bir günden? Haftalardır ayrı düştüğün o uzak şehre iş yüzünden ağustos sıcağında gitmek zorunda kaldığında hayıflanıyordun hani... Gece 8 saat süren otobüs yolculuğunda, yanında hafif hafif horuldayan, başını senin omzuna dayamış "dayı" eşliğinde dinlediğin o yolculuk konseptli romantik şarkılar dinlendirmiyor, daha çok bunaltıyordu seni.

Uykusuz bir gecenin ardından sabahı ettiğinde nemden terleyen İstanbul karşıladı seni. Yine aynı soğuk memlekettesin işte. Hadi gecikmeden hallet işlerini, hızlı davranırsan biraz dinlenmeye vaktin kalır dönüş yolu öncesinde. Ama dur, bugün tuttuğun takımın buralarda köhne bir stadda hazırlık maçı vardı sanki? Arkadaşlarla irtibat kurup maça gitmeli. Hem belki dinlenemezsin ama, en azından epeydir hasret kaldığın şeye, tribünlerin o soğuk betonuna, kavuşursun. Takımın yeni oyuncularını, formasını görürsün; en güzeli de söylenmeye söylenmeye unutulmaya yüz tutmuş tezahüratları söyleme fırsatı bulursun. Az bilinen ama sözleri resital kıvamında olan besteler hani...

Maça gidebilme olasılığı üzerine hızlıca hallettin işlerini, soluğu Taksim'de arkadaşlarının yanında aldın. Öyle ya, İstiklal Caddesi'nin ara sokaklarındaki soğuk biradan geçer maça giden yol. Güzergahı limitleri aşmadan takip ederek stada vardınız. Taş çatlasa 50 formalı atkılı taraftar, aslında seyircisiz bir idman maçı olması planlanan maçı izleyebilmek için kapı önünde direnişe başladınız. Çabalar sonuç getirdi ve kavuştun o anlata anlata bitiremediğin basamaklı platforma, tribüne.

Kim bilir ne umutlarla inşa edilmeye başlanmış ama devamım gelmemiş bir stadyumdasın. Etraftaki evlerin 3. - 4. katından dahi sahaya hakim olmak mümkün. Tam bir amatör ruh var yani ortamda. Saat öğleden sonra 6, aylardan ağustos, takım aşkı mevsim normalleri üzerinde. Ter içindesin, aylardır maça gitmemiş olmanın getirdiği hamlamayı üzerinden atmak istiyorsun. Silkelenip kendinize geldikten sonra başladınız tezahüratlara mütevazı bir kadroyla, ama coşkun bir sesle...

Fazla geçmeden goller geldi : 1-0 , 2-0, 3-0... Tribün oturmuş çekirdek çitlemeye başlamıştı artık. Sıcaktan bunaldığın yetmez gibi ardı ardına yedin golleri. Duruldun ister istemez... İkinci yarı, başladı, yine benzer senaryo. Zaten idman maçı diye düşünen oyuncular 'bitse de gitsek' havasında geziniyor sahada... Arkanı dönüyorsun sahaya. Tribünde çekirdek çitleyenler susamaya başlamış, terliyor. Ama inatla çıkmıyor kimse, gitmiyor evine, yoluna...

Sessizce, kendi halinde mırıldanmaya başlıyorsun: "Sensiz hayat bir işkence / Dilimdesin gündüz gece / Satır satır hece hece / Şarkılarım senin için...." Hakan duyuyor seni yanı başında, eşlik etmeye başlıyor o da sesini yükseltmeden... Sonra Alper Abi o yaşına aldırmadan sitemli bir sesle arkadan güç veriyor size. Derken yavaş yavaş herkes o kadar da gür olmayan bir sesle kıtaları ardı ardına okumaya başlıyor aklında kaldığı kadarıyla...

Maç bitmek üzere artık, ama taraftar ayağa kalktı bir kere. O ihtiyar bestenin ortalarında bir kıtaya takılıp kalıyorlar sanki anlaşmış gibi :

Yenilsen de bazı bazı
Taraftarın buna razı
Sen şampiyon olmasan da
Çekeceğiz bu cefayı
Çekiyoruz ESES çekiyoruz!


Tam o esnada tezahüratlar arasında, bir fotoğraf ilişiyor gözüne henüz çekilmemiş. Besteyi yarım bırakıp arkadaşından makineyi kapıp koşuyorsun ardından. Fonda alt tarafı bir hazırlık maçı demeyip 3-0 yenildiğini inkar edercesine bağıran anormal insanların sesi, gözünün önünde bu fotoğraf... Maç bittiğinde yetmezmiş gibi meşale yakıp takımı çağırdığınızda rakip takım az önce aldığı galibiyeti unutup içerliyor. Hiç bir 3 puan sonrasında karşılıklı tezahürat yapamamış bir takımın oyuncusu olmaktansa, berbat bir futbol sonrası fark yediğinde yeri göğü inletip "Sağlık olsun" diyebilen bir taraftarın takımında oynamayı kıskanıyorlar içten içe. Onların da gönlünü alıyorsunuz maç sonunda tebrik ederek. Tepkisiz kalamıyor, gülümseyerek alkışlıyorlar.



Gün sonunda yine otobüste, bu kez hiç bir şeyi duymadan, hissetmeden 8 saat boyunca uyuyarak yorgunluk atıyorsun. Ama rüya görüyorsun elbette. Rüyanda o fotoğraf var yine. Yüzünde tebessüm...