29.6.11

Asla Vazgeçme ! (ya da sen bilirsin)

Zaten içinde para olup olmadığından bile emin olmadığı banka hesabını ufak bir umutla kontrol etmek için geldiği ATM önünde, bir de sıra beklemek canını sıkıyordu. Ama, yapacak daha iyi bir işi olmadığı için beklemeye karar verdi. Beklerken sanki çok yoğun işleri varmış da bir an önce bankamatikten para transferleri yapıp gidecekmiş gibi bir havayla elinde telefonu, etrafına bakınıyordu. Sıranın en önündeki, yakın gözlüğünü evde unuttuğu için her tuşa otuz saniye bekleyip basan teyzenin bu bekleyişte payı büyük olsa da, günlerdir evden çıkmayan Özgür'in sosyalleşmesi için bu bekleyiş güzel bir fırsattı ve değerlendirmeliydi. Bankamatik kuyruğundaki her umutsuz genç gibi o da, sıranın ortalarında bekleyen alımlı kızla arasında bir şeyler yaşanması hayalini kurmuş olsa da, bu saçma aşk hikayesine kızın para çektikten sonra "o kadar güzelim ki herkes bana bakıyor, derhal buradan uzaklaşmalıyım" büyüklüğündeki adımlarla ilerlemesi sonucunda veda etti. Zaten güzel değildi.

Nihayetinde sıra Özgür'e geldi ve kartını elleri titreyerek yerleştirdi yuvasına. Şifresini girdi(her yurdum insanı gibi onun da şifresi tuttuğu takımın kuruluş yılıydı ve belki de bu yüzden kaybediyordu biraz da). Hesapta tam tamına 7 lira 64 kuruş vardı. Adeta yıkılmıştı, çıkar yol düşünüyordu ve biraz da sırada bekleyenlere karşı kurduğunu sandığı imajı bozmamak için bankamatik menüsünde dolanıyordu. "Ödemeler" sekmesinde "Şans Oyunları"nı gördüğünde kaderin ona ironik bir şaka yaptığına emin oldu ve eli istemsiz tuşladı bu seçeneği. Önünde bir kaç bahis sitesinin adı açıldı ve aniden içlerinden birindeki hesabı aklına geldi. Belki hesabındaki para çekemeyeceği kadar düşüktü ama şansını bir de bahiste deneyebilirdi. Hemen telefon rehberine girdi, bir zamanlar çılgın atıyordu bu sitelerde, o yüzden hesap numarasını telefonuna kaydetmişti (bunun bir diğer anlamı da, o kadar çok kaybediyordu ki, sürekli parası bittiği için yeniden yüklemesi gerekiyordu bahtsız kardeşimizin).

7 lirayı başarılı bir şekilde bahis hesabına aktardıktan sonra, büyük bir kibirle bankamatikten uzaklaşarak evinin yolunu tuttu. Belki bankamatik kuyruğundaki kız ona pas vermemişti, belki banka hesabında çekebileceği kadar meblağ yoktu ama artık bir umut vardı içinde: küllerinden doğacaktı! Eve gidip ilk iş olarak bilgisayarına yöneldi. Bahis sitesindeki hesabına girdiğinde yüzü gülüyordu, zira artık Bakiye: 7.00 TL yazıyordu. Futbol sezonu bittiği için alternatif bahislere yönelmek zorundaydı, Kadınlar Avrupa Basketbol Şampiyonası, Finlandiya ve Norveç ligleri ve Wimbledon Tenis Turnuvası... Kadınlar Basketbol Şampiyonası'ndan Letonya karşısında (-6,5) handikaplı Rusya ilk tercihiydi. Finlandiya'da yıllardır adını her gördüğünde bir kaç saniye boş boş baktığı, anlamlı gibi ama aslında anlamsız takım Inter Turku'nun 1,40 oranını görünce rakibin kim olduğuna bakmadan ekledi kuponuna. Yine adından dolayı seçtiği Viking takımı, tahmin ettiğiniz gibi Norveç liginden ve 1,55 orana sahipti. Kuponun son müsabakası her yaz izlerken büyük keyif aldığı fakat sonrasında sene boyu aklına bile gelmeyen Wimbledon Tenis Turnuvası'ndan tanıdığı üç oyuncudan biri olan Sharapova oldu(diğer ikisi de Venus ve Serena Williams kardeşler zaten). Büyük bir çılgınlık yaparak hesabındaki tüm parayı(7 lira) bu kupona yatırdı ve beklemeye başladı.

Maçlar teker teker Özgür'ün istediği gibi sonuçlanıyordu. Önce Rusya farklı kazanıyor, sonra soğuk ülkelerden arka arkaya gol haberleri geliyordu. Son maç olan Sharapova maçını izleyerek çifte keyif yaşamaya karar verdi. İlk sette sert servislerinin yanı sıra insan üstü çığlıklarıyla üstünlük kuran Sharapova maçı da 2-0 gibi rahat bir skorla alıyordu. Özgür gözlerine inanamadı. Daha sabah bankamatik ekranında görünce hüsrana uğradığı 7 liranın yerinde artık 32 lira vardı. Derhal para çekme talimatı vermeye karar verdi. Tam bir düz adam, adeta bir küçük hesaplar insanı olan Özgür, "kazanmışken üçe beşe bakmadan durmalıyım" mottosuyla "çekilecek meblağ" kutucuğuna 32 lira yazdı ve onayladı.

Ertesi sabah güne mutlu başladı. Aynaya bakıp insana benzedikten sonra oyalanmadan gittiği bankamatikte sıraya girdi. Yine en önde yaşlı bir teyze vardı fakat bu defa yakın gözlüğü gözünde, hızlı hızlı yapıyordu işlemlerini. Sıranın ortalarında duran alımlı kız arada bir dönüp kendisine bakıyor ve hatta gülümsüyor gibiydi. Özgür, elleri cebinde büyük bir öz güvenle sırasını beklerken etrafa "param var ve onu çekmeye geldim" bakışları atıyor, çaktırmadan da yandaki mağazanın vitrininden kendi yansımasını kesiyordu. Alımlı kız işini bitirip sıradan ayrılırken Özgür'e baktığında, Özgür "farkındayım çok yakışıklıyım ve bana bakıyorsun ama umurumda değilsin bebeğim" bakışı atmış olsa da kız, "salak şey" bakışı atıp gitti. Olsun, bugün hiç bir şey tadını kaçıramazdı. Nihayet sıra geldi ve kendinden emin bir şekilde şifresini girdi (şifresini değiştirmeyi aklına bile getirmedi). Para çekmek istediğiniz tutarı girin kutucuğuna ukala bir tebessümle "20" yazdı. Kalan 12 TL'yi hesapta bırakarak gelecekti kendisine jest yaptı ve içinden "unuttuğum bir gün 10 lirayı çeker, 2 lirayı bahis hesabıma atar ve yaşamaya devam ederim" dedi.

Artık makarna dışında bir şeyler yeme vaktiydi Özgür için, belki lahmacun, belki tavuk döner, belki de goralı; bu gizemini koruyan yemeği sonsuza dek yalnızca Özgür bilecekti... Kesin olan ise yemeğin yanında içeceği ayran, sonrasında kalan parayla alacağı sigara ve geleceğe bıraktığı umut tohumları!



24.6.11

Düşündüm de...


Eskişehirspor ve Trabzonspor arasında hızına yetişilmesi mümkün olmayan sert bir münakaşa almış başını yürüyor ve düşündürüyor ister istemez. Kaderin kesiştirdiği kritik noktalarda kimi bizim, kimi onların lehine sonuçlandı, eyvallah. "Anadolu" bizimdir, sizindir rekabeti var eyvallah. Bizim 65-75 yılları arasında defalarca direkten dönen topumuzu 76-84 arasında onlar tamamladı, hem de altı defa, buna da eyvallah. Sevmeyelim birbirimizi, buna da diyecek sözüm yok, sebep ne olursa olsun anlarım...

Ama, anlamadığım, anlayamadığım şeyler var. Hangi ara bu kadar öfkeyle nefret eder olduk birbirimizden? Bir takımı sevmek diğerlerinden nefret etmeyi beraberinde mi getirir yoksa? Rengi farklı, coğrafyası farklı o takımlara sevdalılar arasında hiç mi sevilesi insan yoktur ki oturduğumuz yerden topuna birden söveriz ?

Düşündüm biraz, Trabzonspor'u tutan güzel insanları, yok mu acaba cidden diye. Biliyorum var. Hem de çok güzel insanlar var.

Benim Yenilsen De Yensen De sayesinde tanıdığım Balıkesir doğumlu ama Trabzonsporlu olmayı seçmiş dostum var mesela, Tanju. Trabzonspor'u tutmasına gerekçe olarak gösterdiği ruh ve onurlu duruşun bozulduğunu hissettiği zaman gözünden yaş gelecek kadar güzel bir insan... Dozer Cemil'in "ben Trabzonspor'un kaptanıyım, başka kaptanın arkasından, başka formayla sahaya çıkmam" deyişine vurulmuş. Tıpkı benim, Dozer Cemil'le aynı yıllarda tüm İstanbul takımları'nın peşinde koşmasına aldırmayarak, hatta akrabası olan taçsız kral Metin Oktay'ın ricasını kırmak pahasına, futbola başladığı Eskişehir'de veda eden Çengel Fethi'ye duyduğum derin sevgi gibi.

Ailesinden kalan trilyonluk köşkü çocuklar için "Oyuncak Müzesi" yapacak kadar temiz, hala büyüyünce Trabzonspor'da kaleci olacağına inanacak kadar çocuk bir Sunay Akın var. Volkan Konak var mesela, sevgiye doyumsuz gönül adamı. Cerrahpaşa'yı yada Hastane Önünde İncir Ağacı' nı ondan dinlerken hiç mi duygulanmadık... incir ağacı demişken, Mehmet Dalman isimli bir Trabzonspor taraftarı var, okuduğum, dinlediğim. 1996'da kaçan şampiyonluk sonrasında dayanamayıp bunalıma giren ve kendini İncir Ağacı'na asarak intihar eden. Yanında ufak bir not bulunmuş : "ölümümden kimse sorumlu değildir, dünyaya yine gelsem yine Trabzonsporlu olurdum" yazılı... Mehmet'in gittiği yer her neresiyse, orada yıllar sonra karşıladığı, öldüğü için üzüldüğü, gördüğü için sevindiği biri var: Kazım Koyuncu. Tam altı yıl önce bugün Karadeniz'in "Çernobil kanı" çayını son kez içmiş ve Mehmet'in, Dozer Cemil'in yanına gitmiş şair ceketli çocuk. İstanbul'un tüm davetkarlığına rağmen formasıyla çıkmış sahneye ve yalnızca bordo mavi çalmış gitarını...


Hatırladım, oralarda da varmış güzel insanlar, tebessüm etmemi sağlayan, eyvallah!