
17.12.10
EStiklal ES La Nuestra

4.12.10
Kayseri Öncesi Kısa Kısa
23.11.10
yirmibeş
henüz ilk yarısı dahi bitmemiş bir maçtayken,
16.10.10
"O" Günü Yaşamak
Öyle ki o gün hepimiz yıldızdık gerçekten Ankara'da.


Dedim ya "o" gün sıradan bir gün değildi, "o" gün kutsanmış bir gündü.
4.10.10
Taraftar ne ister?
- Atılan gol sonrasında futbolcusu tribüne koşsun ister. Yüzüğünü öpmesini istemez mesela, yada teknik direktöre terli terli sarılmasını istemez. Amblemi öpsün ister. Saçma saçma skeçler yapmasını istemez. Takım arkadaşıyla sahada sevişmesini de istemez. Sekiz takla atmasını üst üste, sağa sola hareket yapmasını hiç istemez. Kısacası güzel futbolcu golden sonra tribüne koşandır.. Bunu ister taraftar, çok şey midir ?

-Orta sahada pas görmek ister. Kimseden Messi gibi üst üste 6 futbolcu çalımlamasını beklemez belki ama 4 yerinde pas yapmanızı ister. "Bu adamlar takım olabilmiş, birbirlerine yardım ediyorlar" diye düşünmek ister. 40 metre isabetli pas mutlu eder belki, ama o pasın güzelliğinden çok bekleyenin topa koşması heyecanlandırır bizi, inandığını görmek isteriz. Bunu ister taraftar, çok şey midir ?

-Defansta gözünü açan futbolcu ister. Rakibin peşinden koşan futbolcu görmek istemez. Rakibin önünde duran futbolcu görmek ister. Centilmenlik falan görmek istemez dürüst olmak gerekirse, yeri geldiğinde indirmeni ister taraftar gole giden adamı. Kaleci topu oyuna sokarken, toptan kaçmanızı izlemek istemez. Top isteyip oyuna sokmanızı ister. Kısacası güzel futbolcu dikkatli olandır, konsantredir, oyunun içindedir. Bunu ister taraftar, çok şey midir?

-Kalede dev bir yürek görmek ister. Dev bir adam görmek ister. Kalede sadece bunu görmek ister. Çok şeydir bu evet. (İvesa'yı takımdan koparanlara selam olsun! Eskişehirspor tarihinde Sinan Alaağaç' ı mezarı başında ziyaret eden nadir futbolculardan biriydi o dev yürek...)

-Kenarda heyecanlı bir teknik direktör görmek ister. Taraftarla hop oturup hop kalkmasın kabul, ama yenildiğimiz zaman yüzü düşsün, morali bozulsun ister. Çuvaldızı birilerine batırırken iğneyi kendine batırmayı bilsin ister, özeleştiri ister yani... Taraftar kutsalını unutmamasını ister. Maçtan sonra net olmasını ister. Ağzında laf gevelemesini istemez. Net bir teknik direktör ister taraftar. Forma aşkı beklemez teknik direktörden ama formaya aşıklara saygı ister. Bunu ister taraftar, çok şey midir?
-Yönetim mi? Onlardan sadece işini yapmasını ister. Yönetebilmesini ister takımı. İsimlerini bile merak etmez hiç birinin. Ne iş yaptığıyla, yada isimleriyle ilgilenmez taraftar. Yönetebilsin ister sadece.. Sadece yönetebilsin ister. Bunu ister taraftar, çok şey midir?
-Bu 'taraftar' denilen canlılar TARAFTARA LİYAKAT, ARMAYA SADAKAT ister. Çok şey midir...
Kahır Mektubu - 7
Zor zamanda geldiniz
Bağrımıza bastık
Ölmeyi haram kıldık kendimize
Tahtına oturtmadan ESES’imizi
Bu uğurda sineye çektik
Günahınızı sevabınızı
Gönüldaşım çıktı haykırdı
Anlamıyorlar bizi
Yazarız dedik
Söyleriz dedik
Çizeriz dedik
Anlatırız sevdamızı
Anlatırız devrimlerimizi
Anlatırız
Anlatırız dedik
Eskişehirspor’un gerçek anlamını
Sanala bağlandık anlattık
Sütun sütun yazdık anlattık
Sazın teline vurduk anlattık
Lafın belini kırdık anlattık
Bağırdık
Çığırdık
Gırtlağımızı patlattık
Anlattık
Şiirler yazdık
Nameler düzdük
Yetmedi besteler yaptık
Anlattık
Anlattık babam anlattık
Siz yine de anlamadınız
Eskişehirspor’u sadece futbol takımı sandınız
Bilemediniz
Anlayamadınız
O’nun
Beden siz bir ruh olduğunu göremediniz
Kara gözlü
Kızıl saclı
Sevgilimizi siz hiç tanımadınız
Göremediniz bilemediniz
Kızılcıklı’da sol böğrümüze saplanan hançeri
Acılarına aldırmadan
Söküp çıkarırken
Ankara’dan getirdiğiniz hançerle
Şah damarımızı kestiniz
Acı üstüne acı verdiniz
Bir hançeri sökerken biz
Siz hançer üstüne hançer vurdunuz
Biz Kızılcıklı’nın namusunu kurtarırken
Siz kutlu mabette kanarya beslediniz
Siz ne Anadolu Yıldızı’nı anladınız
Ne de Kırmızı Şimşekleri
ESES deyince herkes alkış tutarken
Siz nazi subayları sandınız
Anlamadınız
Bilemediniz
Kara&Kızıl sevdamızı göremediniz
Tribünlerde en güzel türküler söylenirken
Siz cinconlu türkücü getirdiniz
Siz anlamadınız ama bin anladık
Anladık ki,
Gözünüz kör
Diliniz lal
Kulağınız sağır
Zihniniz durağan
Altmışbeş’ten
Yetmiş beşe
Bir avuç yürekli adamla
Fethetmişken
Anadolu’nun sevdalı yüreklerini
Şimdi sayenizde utanır olduk
O yüreklerden
Sporcu’nun
ZEKİ
ÇEVİK
Ve
AHLAKLISI’nı
Seven Atamızın yolundan sapmadan
Dürüstlüklüğümüzle
Gönüllerde taht kurmuşken
Şimdi ahlaksızlıktan yargılanır olduk sayenizde
Belli ki sizin umurunuzda değil
Utanmak
Yine bize düştü…
Anlamadınız bizi anlamadınız
Paramızı çalın
Yiyin efendiler yiyin
Der geçeriz…
Takımı en alt kümelere düşürün
- Sen şampiyon olmasan da…
Diye türküler söyler coşarız yine de
En pahalı bileti bize satın
Evin kiremitlerini satar
Yine de geliriz o kutlu mabede
Bırakın
Kapatmayın açık tribünü
Hatta sökün gitsin
Kapalının üstünü
- Yağmurda çamurda seninleyiz
Diye besteler yapar oynarız
Yağmur sevişir, rüzgarla dans ederiz
Her şeye eyvallah deriz
Kara&Kızıl sevdamız uğruna…
Bir tek hazinemiz var bizim
Atamızdan yadigar
AHLAK’ımız var…
Biz Bolel’in önderliğinde
En Zeki idik
En Çevik idik
Ve en önemlisi de en Ahlaklı idik
Sizin önderliğinizde
Ahlaksızlıktan yargılanır olduk
Yaktınız yüreğimizi
Ölüm oyununun son perdesini koydunuz sahneye
Yeter artık
Oyun bitti
Terk edin o kutlu mabedi…
Birden yediye dizildi
Kahır mektupları
Hoca’nın yüreği ezim ezim ezildi
Hem gönlünün
Hem gönüldaşının
Hislerine tercüman oldu
Sesine kulak verin
Hatalarını örtüverin
Bir an evvel buralardan gidiverin….
11.9.10
Deplasman Günlüğü # 2
21.8.10
Deplasman Günlüğü # 1

9.8.10
Haybeden Gerçek Üstü Aşk
Ne beklersin böyle bir günden? Haftalardır ayrı düştüğün o uzak şehre iş yüzünden ağustos sıcağında gitmek zorunda kaldığında hayıflanıyordun hani... Gece 8 saat süren otobüs yolculuğunda, yanında hafif hafif horuldayan, başını senin omzuna dayamış "dayı" eşliğinde dinlediğin o yolculuk konseptli romantik şarkılar dinlendirmiyor, daha çok bunaltıyordu seni.
Uykusuz bir gecenin ardından sabahı ettiğinde nemden terleyen İstanbul karşıladı seni. Yine aynı soğuk memlekettesin işte. Hadi gecikmeden hallet işlerini, hızlı davranırsan biraz dinlenmeye vaktin kalır dönüş yolu öncesinde. Ama dur, bugün tuttuğun takımın buralarda köhne bir stadda hazırlık maçı vardı sanki? Arkadaşlarla irtibat kurup maça gitmeli. Hem belki dinlenemezsin ama, en azından epeydir hasret kaldığın şeye, tribünlerin o soğuk betonuna, kavuşursun. Takımın yeni oyuncularını, formasını görürsün; en güzeli de söylenmeye söylenmeye unutulmaya yüz tutmuş tezahüratları söyleme fırsatı bulursun. Az bilinen ama sözleri resital kıvamında olan besteler hani...
Maça gidebilme olasılığı üzerine hızlıca hallettin işlerini, soluğu Taksim'de arkadaşlarının yanında aldın. Öyle ya, İstiklal Caddesi'nin ara sokaklarındaki soğuk biradan geçer maça giden yol. Güzergahı limitleri aşmadan takip ederek stada vardınız. Taş çatlasa 50 formalı atkılı taraftar, aslında seyircisiz bir idman maçı olması planlanan maçı izleyebilmek için kapı önünde direnişe başladınız. Çabalar sonuç getirdi ve kavuştun o anlata anlata bitiremediğin basamaklı platforma, tribüne.
Kim bilir ne umutlarla inşa edilmeye başlanmış ama devamım gelmemiş bir stadyumdasın. Etraftaki evlerin 3. - 4. katından dahi sahaya hakim olmak mümkün. Tam bir amatör ruh var yani ortamda. Saat öğleden sonra 6, aylardan ağustos, takım aşkı mevsim normalleri üzerinde. Ter içindesin, aylardır maça gitmemiş olmanın getirdiği hamlamayı üzerinden atmak istiyorsun. Silkelenip kendinize geldikten sonra başladınız tezahüratlara mütevazı bir kadroyla, ama coşkun bir sesle...
Fazla geçmeden goller geldi : 1-0 , 2-0, 3-0... Tribün oturmuş çekirdek çitlemeye başlamıştı artık. Sıcaktan bunaldığın yetmez gibi ardı ardına yedin golleri. Duruldun ister istemez... İkinci yarı, başladı, yine benzer senaryo. Zaten idman maçı diye düşünen oyuncular 'bitse de gitsek' havasında geziniyor sahada... Arkanı dönüyorsun sahaya. Tribünde çekirdek çitleyenler susamaya başlamış, terliyor. Ama inatla çıkmıyor kimse, gitmiyor evine, yoluna...
Sessizce, kendi halinde mırıldanmaya başlıyorsun: "Sensiz hayat bir işkence / Dilimdesin gündüz gece / Satır satır hece hece / Şarkılarım senin için...." Hakan duyuyor seni yanı başında, eşlik etmeye başlıyor o da sesini yükseltmeden... Sonra Alper Abi o yaşına aldırmadan sitemli bir sesle arkadan güç veriyor size. Derken yavaş yavaş herkes o kadar da gür olmayan bir sesle kıtaları ardı ardına okumaya başlıyor aklında kaldığı kadarıyla...
Maç bitmek üzere artık, ama taraftar ayağa kalktı bir kere. O ihtiyar bestenin ortalarında bir kıtaya takılıp kalıyorlar sanki anlaşmış gibi :
Yenilsen de bazı bazı
Taraftarın buna razı
Sen şampiyon olmasan da
Çekeceğiz bu cefayı
Çekiyoruz ESES çekiyoruz!
Tam o esnada tezahüratlar arasında, bir fotoğraf ilişiyor gözüne henüz çekilmemiş. Besteyi yarım bırakıp arkadaşından makineyi kapıp koşuyorsun ardından. Fonda alt tarafı bir hazırlık maçı demeyip 3-0 yenildiğini inkar edercesine bağıran anormal insanların sesi, gözünün önünde bu fotoğraf... Maç bittiğinde yetmezmiş gibi meşale yakıp takımı çağırdığınızda rakip takım az önce aldığı galibiyeti unutup içerliyor. Hiç bir 3 puan sonrasında karşılıklı tezahürat yapamamış bir takımın oyuncusu olmaktansa, berbat bir futbol sonrası fark yediğinde yeri göğü inletip "Sağlık olsun" diyebilen bir taraftarın takımında oynamayı kıskanıyorlar içten içe. Onların da gönlünü alıyorsunuz maç sonunda tebrik ederek. Tepkisiz kalamıyor, gülümseyerek alkışlıyorlar.
Gün sonunda yine otobüste, bu kez hiç bir şeyi duymadan, hissetmeden 8 saat boyunca uyuyarak yorgunluk atıyorsun. Ama rüya görüyorsun elbette. Rüyanda o fotoğraf var yine. Yüzünde tebessüm...
17.7.10
Hacı Abilerin anısına..
Filmde Esnafspor isimli amatör takıma varını yoğunu koyan mahalleli anlatılıyor. Özellikle Savaş Dinçel ustanın canlandırdığı 'Hacı Abi' karakteri ön planda. Kendisini tekrar güzel bir biçimde analım burda. Filmi izledikten sonra benim aklıma yıllar önce Eskispor' da oynarken, hocamız olan Şinasi Yeşilçim geldi. Kendisi de şu an bu dünyada değil. Onun da ruhu şad olsun.
Eskispor; Eskişehir' in su işleri idaresinin takımıydı. Benim altyapısında oynadığım dönemde takım 3. lige kadar yükselmişti. Teknik Direktörlüğünü efsane futbolcularımız; Fethi-Nihat-Ender' in Nihatı, Nihat Atacan yapmıştı. Metehan isimli forveti unutmak mümkün değil. Mehmet Yıldız' ın farklı versiyonuydu. O sene özellikle şehir benimsemişti Eskispor' u. Maçlarında Eskişehir Atatürk Stadı'na kapalı tribününe gelirdi taraftarlar. Biz de maçlarda top toplayıcılığı yapardık. Ayrıca yaş grubumuzda başarılı maçlar da çıkarmıştık. Daha sonra 2006 yılındı kapatıldı takım.
Şinasi Yeşilçim' e gelelim. Soyadından anlaşılacağı gibi yeşil çime aşık bir insandı. Bu yüzden bu soyadını aldığını söylerdi hep. Aslında kendisini çok iyi hatırlamıyorum. Hem yaşım ufaktı hem de aradan 8-9 yıl geçti. Ancak bende iz bırakan insanlardan biri oldu. Tıpkı Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmindeki Hacı Abi gibi..
Altyapıyla ilgilenenler bilir. Yaz aylarında bir hücum olur alt yapıya. Her yaştan çocuk futbol oynamak ister. Ancak kışın aynı derecede kaçılır takımlardan. Takım çok profesyonel değilse, tutamaz elinde çocukları. Hatta kış aylarında antreman bile yapılmadığı günler olur. Öyle günleri sık yaşadığımız bir kış mevsimiydi. İyi hatırlıyorum antreman zamanı cumartesi sabahı saat 9'du. Ancak başka zaman yoktu benim yaş grubum için. Eskişehir' in de ayazı beterdir. Hiç kimse o havada hafta sonu evde televizyonda çizgi film izlemek varken kalkıp o soğukta antremana gelmez. Yine böyle bir kış günüydü işte; ama hava gerçekten çok soğuk, kuru Eskişehir ayazı. Ben her zamanki gibi Şinasi Hoca ve takımda oynayan torunuyla birlikte saat 8 de açıyorum klüp binasını. Saat 08.30' a kadar bekliyoruz. Ne gelen var ne giden. Daha sonra bizim gibi 3 deli daha çıktı geldi. 5 kişiydik. 12-13 yaşlarında 5 kişi. Biz eve gideriz diye üstümüzü değiştirmiştik. Ancak Şinasi Hoca yanımıza geldi. Sağlam bir şekilde azarladı bizi. Giyin üstünüzü antremana gidiyoruz dedi . Biz giydik üstümüzü. Daha sonra 5 kişiyle gittik o havada tam 5 saat antreman yaptık. Takip eden haftada da aynı senaryo yaşandı. Bu 65 yaşındaki amca, hatta dede, bizleri kaybetmemek adına her hafta o yaşında geliyor, klüp binasını açıyor, 20 dakikalık otobüs yolculuğundan sonra antremanı yaptırıyordu. Ayrıca oyun da oynamıyorduk çocuğuz diye. Ağır antreman yaptırıyordu toplu ve topsuz. Gayet kaliteli futbol bilgisi veriyordu mevkiilerimiz hakkında. Elimize birer cep kitabı vermişti. Her hafta bize oradan sorular soruyordu, tatlı sert biçimde cezalandırıyordu bilemediğimiz sorularda. Ben o zaman öğrendiğim herşeyi çok iyi hatırlıyorum. Belkide bu hoca sayesinde maçları izlerken orta-şut-gol olarak değil de, profesyonel bir gözle izliyorum. Futbolcuların mental özelliklerine, saha içinde ve pozisyon sırasında aldıkları poziyonlara dikkat ediyorum. Ufkum o yaşta genişlemişti futbol anlamında.

Yaz mevsimi gelene dek bu şekilde 5-6 kişiyle antreman yapmıştık. Daha sonra kendisi hastalığından dolayı bıraktı ve hastalığı sonucu vefat etmişti yanlış hatırlamıyorsam. 65 yıllık ömrü hakkında hiç bir bilgim yok. Ancak o 4-5 aylık dönemde beni de kendisine hayran bıraktı. O yaşta öyle bir azim ve istekle bize bir şeyler öğretmeye çalıştı. Bizi kazanmaya çalıştı. Biz zaten daha sonra özel sebepler sonucu bıraktık futbolu. Okulumuza yöneldik. Hayal ettiğimiz meslekten uzaklaştık. Ben yirmi küsür yıllık ömrümde o tarz bir futbol emekçisi tanımadım daha sonra. Belkide tanımayacağım. Böyle filmlerde göreceğim anca.
Futbolumuzu ileri götürecek olan Hacı Abilerdir. Bu tarz futbol emekçileridir. Zeki, çevik ve ahlaklı sporcu yetiştirecek olan Hacı Abiler ve Şinasi YEŞİLÇİM' lerdir. Burdan bir kez daha hepsininin ellerinden öpüyorum. Futbol endüstriyel olunca değil, emekle bezenince güzeldir. Futbol para değildir, futbol emektir. Futbol formadaki teri ve yırtıkları görebilmektir. Gol atınca formayı çıkarıp sallamak değildir.
11.7.10
Kral öldü yaşasın yeni kral

10.7.10
PELE / 1284
Rabbime Sordum "Miami" Dedi


7.7.10
Galiptir Bu Yolda Mağlup




23.6.10
Saldır Marsel! Okey, Let's Go...
2001 yazı.. Henüz 15 yaşında, sporu sadece spor için izleyen biriydim. Sydney Olimpiyatları ve Hollanda'nın yine şampiyon olamadığı bir Avrupa Şampiyonası'nın ardından bocalamıştım, birden sporsuz kalınca... Yetmezmiş gibi 2. kez emeklilikten dönmüş olan Michal Jordan satın aldığı oyuncularını motive etmek bahanesiyle Washington Wizards formasıyla, yıllarca giydiği siyah-kırmızı(!) Bulls formasına ihanet ettiği yetmezmiş gibi ortalama bir performans göstermiş ve gözümde büyüttüğüm "Majesteleri"nin kıymetini sorgulatır olmuştu...
En beteri de Eskişehirspor yine çıkamamıştı düştüğü 2B çukurundan...
İşte tam da bu kadar tatsızlığın arasında nefes almak için alternatiflere yönelmiştim ki, TRT Wimbledon Tenis Turnuvası'yla göz kırptı bana... Son bir şans verdim 2001 yazına ve hayatımın en doğru hareketlerinden birini yaptığımı anladım Goran Ivanišević sayesinde!

18.6.10
Nice 'daha güzel' 45. Yıllara..
Penaltı atışları başladı. Bilen bilir İnönü Stadyumunun Kapalı-Alt tribününün en üstünde bir beton platform var. Oraya oturmuş, arkasını dönmüş iki gençten biriyim. Penaltılara bakamıyoruz. Sıkmışız birbirimizin elini arkadaşımla, mırıldanıyoruz; "Geliyor mu hacım(!) o büyük gece?"
Taraftarın sesine göre gol olup olmadığını anlıyoruz. Yanımdaki sevgililere soruyorum, 6. penaltılara geçildi diyor. O an arkadaşımla göz göze geliyoruz. Evet, telafisi yok. Golü atamazsak tarihimizin eziyetli, merhametsiz senelerine bir yenisi daha eklenecek. O an sinirlerimin boşaldığını hatırlıyorum. İçimde fırtınalar kopuyor dedikleri şey var ya, benim içimde Kırmızı Şimşekler çakıyor. Arkadaşımın da gözleri dolu dolu olmuş. Ben öyle bir heyecanı hayatımın başka hiç bir evresinde yaşamadım. Ardından bilindik senaryo: Diyarbakırlı futbolcu penaltıyı kaçırmış, finaldeyiz... O an oturup hıçkıra hıçkıra ağladık arkadaşımla. Herkes seviniyordu. Biz ağlıyorduk, yanımızdaki bayan şaşkınlıkla peçete yetiştiriyordu bize. O gece büyük zaferlerin habercisiydi sanki. Talihimiz dönmüştü evet. O an hissetmiştim ben onu. O an gerçekten inanmıştım.

Şimdi aradan 2 sene geçti. 45. yılımızda ligin zirvesine yakın ekiplerden biriyiz. Böyle bir 45. yıl, asla reddedemeyeceğimiz ancak geçmişteki başarıları sollamak istediğimiz, gerçekten başarılara yaklaştığımız bir 45. yıl. Artık yol belli ESES'im. Eğ başını ağır ağır yürü şimdi.
Uzat elini şanlı kupalara ES-ESim
Sinanın Nasırın ruhlarını şadedelim
Sonra da öl deyin,ölmeyeni......
ESKİ 45'LİK
Günün 45'liği Kadriye İnletir'den gelsin o vakit...
es es es ki ki ki hop hop hop güm güm güm kırmızı şimşek çok yaşa...
15.6.10
Bando Vuvuzela!
Sonra maçlar başladı, 32 takım arasında göremediğim Türkiye yeterince canımı sıkarken, yetmezmiş gibi oynanan 11 maçın 10 tanesinde 3 gol dahi olmadı. Tek istisna da, disiplin hastalığına sahip Almanya'nın Avustralya maçı (4-0).
Hal böyle olunca yine sıkıldım, yazmak gelmedi içimden... Yazacak futbol dışı bir konu aradım, malum futbol asla sadece futbol değildir klişesi sardı dört bir yanımızı. Eh madem klişe bir konsept seçiyorum, konunun öznesi de klişee olmalı dedim : Vuvuzela!

Dünya Kupası sonrası yapılacak anketlerde, turnuva yıldızı kim olur sorusuna Vuvuzela eklenirse haksız rekabet olur. Zira her takım bir kaç gün arayla maç yaparken, bu çılgın alet günde 3 maça çıkıyor, hem de hiç susmadan...
Öyle ki, Dünya Kupası'na aslında ilgi göstermeyen, hatta futboldan fazla haz etmeyenler dahi Afrika'nın yöresel bir çalgısı olan Vuvuzela'yı tek kalemde telaffuz edebiliyor. Özetle, artık Dünya'nın tanıdığı en meşhur Afrikalı oldu Vuvuzela...
Gelelim benim asıl kaygıma... Bilindiği üzere Eskişehirspor tribünlerinde 2006 yılından beri BandoESES oluşumu bulunmakta. BandoESES o kadar güzel işler çıkarıyor ki, çok defa Eskişehir deplasmanına BandoESES'in ve açık tribünün yaptığı ortak çalışmayı izlemeye geldiğini itiraf edenlerle karşılaştım. Çünkü BandoESES, özellikle 10.000 taraftarın olduğu Açık Tribün'ü tamamiyle ayağa kaldırarak, 7'den 70'e atkı sallatıyor, bağırtıyor. Kolay yakalanır türden bir şey değil. Dolayısıyla, imrenen taraftar sayısı azımsanmayacak ölçüde çok...

Geçtiğimiz sezon, Trabzonspor Bando olmaksızın denedi Espana Cani eşliğinde yaptığımız atkı şovunu, başaramadı... Bursaspor taraftarı, bir maç için Mudanya Belediye Bandosu'nu getirdi, olduramadı... Çeşitli arayışlarda rakipler kısacası. Peki ya, olur da bir takım taraftarı üşenmez, Afrika'dan Vuvuzela getirtir ve kendince bir bando(!) kurmaya kalkarsa? Hiç bir şey değil de bu düşünce beni feci halde korkutuyor...
Burdan yetkililere sesleniyorum : Lütfen henüz Dünya Kupası'na giden Türk'ler dönmemişken bir kanun falan çıksın ivedilikle, ülkeye Vuvuzela sokmayı yasaklayan... Olmaz mı? Olur bence, olmalı... :)