Sabaha ramak kala, güneş henüz doğmamışken alarmın ilk çalışında fırlayarak kalktım o sıcak yataktan, hani yıllarca okula gitmeden önce kalkmamak için bin takla attığım yataktan! Bayramlığını baş ucuna koyup uyurken sabahı bekleyen çocuk gibi asmıştım çoktan formamla atkımı dolabın köşesine. Gece uykum gelsin diye okumaya başladığım kitabı yarıladım stresten uykum kaçarken. Sanki ertesi akşam ülkenin uzak şehrindeki sahaya çıkacak olan benmişim gibi. Sanki, takımımın yıllardır değişmeyen kader çizgisine dokunacak, ona yeni, güzel bir yön verecek olan olan benmişim gibi... Duş almaya gidiyorum ayılmak için. Suyun altında dalıp gidiyorum henüz çıkmadığım yolculuğa.
Duş sonrası telefonum çalmaya başlıyor; arayanlar da uykusundan feragat etmiş, hatta bir kısmı uyumamış dostlarım. Buluşma saatinde, yerinde değişiklik yok. Günler öncesinden ayarlanmış minibüs şoförü de uyandırılmış tatlı uykusundan. Yalnız kaptan biraz huysuz, ama yadırgamıyoruz onu. Bir türlü empati kuramadığı bir grup genci 600 km uzaktaki şehre götürecek ve parasını alacak. Düşündüğü tek şey bu.
Forma tamam, atkı tamam, sabahın ayazında ısınmamı sağlayacak ve dönüş yolunda üzerime battaniye olacak polar da tamam. Hazırım artık evden çıkmaya, son kez etrafa bakarken geride bıraktığım yatağıma takılıyor gözüm ama aldırmadan çekiyorum kapıyı.
Sevgilisiyle buluşmaya giderken hep geciken arkadaşım dahil herkes buluşma noktasında hazır, bekliyorlar gelmemi. Erken çıkmış olmama rağmen son gelen ben oluyorum. Diğerleriyle buluşmak üzere yürümeye başlıyoruz. Önümüzde, muhtemelen geceyi barlarda bitirdikten sonra sokakta sabahlamaya karar vermiş bir çift yürüyor. Dertleri bizimkinden apayrı, romantik bir pazar kahvaltısı büyük ihtimalle. Belki ben de bir pazarı kız arkadaşıma ayırmalıyım diye geçiriyorum içimden, lig tatile girdiğinde mesela...
Çağlar çantasından bir meşale çıkartıp yakıyor sabahın altısında, etrafındaki akşamdan kalmalara aldırmadan. Daha 7 saatlik yola çıkmadan havaya giriyoruz sayesinde. Ama henüz çok erken, sesimizi ve enerjimizi tüketmemeliyiz erkenden. Önümüzdeki romantik çiftin arkasından kahvaltı yapmak üzere fırına giriyoruz biz de, ama onlardan farklı olarak oyalanmadan ayak üstü atıştırıp yola koyuluyoruz tekrar. Çıkarken, masada oturan kız bize şaşkın gözlerle bakıyor, yanında oturan romantik adam da içten içe imrendiğini belli ediyor bize, muhtemelen o da bugün aynı yolculuğa çıkmayı istedi ama izin koparamadı sevgilisinden.
Nihayet buluştuk ekibin kalan kısmıyla. Artık yola çıkmaya hazırız, ama öncesinde 24 saat açık Tekel bize kahvaltı sonrasında cila imkanı sunuyor. Normal şartlarda akşam altıdan önce içenlere alkol bağımlısı denir, ancak bugün istisna, deplasmana gidiyoruz ve bizim için saat kavramı yok. Güneş doğdu biraları yudumlarken, kemiklerimizi ısıtmak için polarları çantalara atınca yeni doğan gün gibi kızarıyoruz biz de formalarımızla... Muhabbete başlıyoruz sanki uzun zamandır görüşmemişiz gibi. Oysa iki gün öncesinde yine bir bahane bulup bir araya gelmiştik.
Sonunda geldi araç. Kaptan da uykusunu almış bir halde çıkınca karşımıza rahat ettim biraz. Araçta tüketilecek biralar da alındığına göre artık hazırız büyük gün için. Yolun ilk yarım saati hafızamın derinliklerinde unuttuğum paslanmış besteleri söyleyerek geçti, yıllar içinde sağda solda duyduğum ama sık tekrarlanmadığı için unutulmuş sözlere sahip güzel besteler...
Ama yolumuz uzun, biraz dinlenme vakti. Herkes bir şeylerle oyalanırken ben camdan dışarı bakıyorum ve dalıp gidiyorum yine, tıpkı sabah duşta ayılmak için bilerek açtığım soğuk suyun altında olduğu gibi. Bu kez aklımda dönüş yolu var, "acaba"larla dolu cümleler. Merağımı gidermem fazla gecikmeyecek. Biliyorum, her zaman olduğu gibi günlerce geçmek bilmeyen zaman, maç günü bir çırpıda yaşanacak ve bana sadece hissettiklerimi bırakacak, anılardan ziyade...
Yol kenarında mola veriyoruz. Ağaçlıktan bulduğum bir sopa parçasıyla, henüz yeni düzleştirilip beton olmak üzere kurumaya bırakılan çimentoya imzamızı atıyorum, unutmasın yollar bizi diye. Hoş, yalnızca yolların değil, arkada bıraktığımız şehirlerin, minibüs şoförünün, fırındaki çiftin, sıcak yatağımın ve yine bir pazar günü yalnız bıraktığım sevgilimin hafızasında yer etmişti bugün çoktan, biliyorum...
Dönüş yolundayız... Skoru hatırlamıyorum, hangi şehirdeydi maç bilmiyorum. Arabada kederle mırıldananları hatırlıyorum sadece, ne söyledikleri kalmamış aklımda. Ama, yine camdan bakıyorum dışarı, etraf karanlık. Camın yansımasından yüzümü ve bir elinde sigara, diğer elinde birasıyla ayakta duran Çağlar'ı görüyorum. Yenilmişiz belli ki, kıl payı şampiyonluk mu gitti yoksa küme mi düştük hatırlamıyorum, zaten umursamıyorum pek ama efkarlıyım işte, hissediyorum. Aklımda kalanlar bir kaç kare fotoğraftan ibaret ama hissettiklerimi kaleme dökmeyi denesem hiç bir zaman bitiremeyeceğim bir roman olur.
Herhangi bir sezonun herhangi bir ilkbaharında bir pazar günü var aklımda kalan şimdi sadece. Yola çıktığımız şehre döndüğümüzde tüm detaylar siliniyor kafamdan birer birer. Yürüyoruz eve doğru bilinmez bir mağlubiyet sonrasında yine, yanımda dostlarımla. Çağlar, galibiyet için maç sonuna sakladığı meşaleyi çıkarıp yakıyor karanlık ve boş sokakta yürürken yine hiç bir şeyi düşünmeden...
Tekrar eve geliyorum ve üstümü değiştirmeden yol boyu sıcaklığına sığındığım polarımla yatıyorum yatağıma, bıraktığım gibi değil, soğuk karşılıyor beni. Uyuyorum...
Sevda yolları mı demeli bu yollara bilemiyorum. Elbette öyle demeli. Bitmek tükenmek bilmeyen yollar. Ne vardığını bilebilirsin menzile ne de menzilini bilirsin. Bir bilinmeze gider gibi. Sadece gidersin. Bir haber gelir bir yerlerden, derler ki; "kara&kızıl sevdan filanca yerdeymiş"... O an unutursun; unutursun yahu işte her bir şeyi.... Ne sevgili kalır aklında, ne dost ne arkadaş... Sevda bu yahu, unutmayı bile unutursun o an...
YanıtlaSilÖzgürüm sevdamızı anlatmış hikayesinde. Pek de güzel anlatmış bizi. Askerlik edenler bilirler, askerliği 18 ay (bizim zamanımızda 18 idi şimdi kaç oldu bilmem) yaparsın bir ömür anlatırsın bitiremezsin denirdi. Bizim sevdamız ise bir ömür yaşanır... Askerlikten beterdir, anlatmaya ömrün yetmez... Senden sonrakilerde anlatır... Sanki aynı hikaye anlatılır gibidir ama farklı yaşamlardan kopan anılardır, hikayelerdir onlar...
Ne yollar unutacak bizi, ne de yıllar...
Özgürüm yüreğine, kalemine sağlık! Ömrün hep kara&kızıl BaşKaldırıŞ tadında olsun...